30 Eylül 2009 Çarşamba

Happy Birthday to you



İyi ki varsın :d

28 Eylül 2009 Pazartesi

Galatasaray 1-1 Eskişehirspor



Sami Yen sezonunu açtığım ilk maçta ilk puan kaybını yaşadık.. Maç öncesi zaten başımıza birçok şey geldi, yarın öğleden sonra detaylı yazı yazarım. Ama şunu belirtmeliyim ki bu puan kaybı bir bakıma olumlu oldu ve rehaveti aldı deyip bugüne ertelemiştik yazıyı. Öncelikle maç öncesi hikayesinden başlayalım. Arkadaşla birlikte bir başka arkadaştan bilet alacağız diye gittiğimiz maçta adamın bize biletleri sattım demesiyle mal gibi ortada kalıp karaborsa alemine akmak zorunda kaldık. 2 saatlik arama boyunca öğrenci bütçesine uygun fiyattan bilet bulamadık, en sonunda 60 liradan eski açık alacaktık. Derken bir başka adamla anlaştık ve bilet almak için arkadaşla gittiler. 5 dk sonra tel adam bıçak gösterdi parayı aldı diye.. Şans eseri liseden arkadaşlarla karşılaştım da hem ben girdim hem de şoktaki arkı soktuk içeri. Zaten 138 devresinden bir abinin ölüm haberiyle üzücü açtığımız günde kötü bir iz oldu bu.

Maçı yeni açık alttan izlemem dolayısıyla maçtan pek de birşey anlamadım açıkçası. Ancak sonuçta bu ligi takip eden herkes gibi hem Galatasaray hem de Eskişehir kadrolarını biliyoruz. Eskişehirin sağlam ağır çakılı defans oyuncuları ve ileride kaliteli golcüleri var, genelde de doldur boşalt temelinde bir futbol oynuyorlar. He, bu taktik hala Türkiye liglerinde başarılı oluyor mu oluyor, o ayrı. Galatasaray kadrosunda Nonda tercihi ve Uğurun solda başlaması şaşırttı beni. Ayrıca kazandığımız maçlarda da hep söylediğimiz Sarp-Topalın aynı işi yapması ve birbirlerini olduklarından da kötü göstermesi durumu yine göze çarptı. 2 ön liberonuz da stoperin arasına giriyorsa hücumda 1 buçuk kişi eksiksiniz ve reboundlarda da topun rakipte kalmasını göze alıyorsunuz. Nonda-Baros tercihinde ben her ne kadar Nondanın Barostan daha büyük golcü oldugunu düşünsem de yaş, sakatlık, kondisyon gibi etkenler Barosu ön plana çıkarıyor. Tamam Nonda formdaydı ama yine de extensorun yazısında söylediği gibi özellikle bu maç özelinde çok yanlış bir tercihti bu. Bir de Uğurun sol bek oynatılması var. Canerin oynamama sebebini Kasımpaşa maçında 2 attacker bekin arkada bıraktığı boşluklar olarak görüyorum ama, o zaman Sabri kesilse ya da Hakan solda kalsa olmaz mıydı? Tabii ki varsayım bunlar, sonuçta Rijkaardın 10da 1i kadar bile futboldan anladığımı iddia etmiyorum..

Yine de rakip takımın orta sahasız oyunu sonucu çok üstün bir ilk yarı geçirdik. Pozisyon vermedik ve Keitanın müthiş hareketi ve Vuckonun o hareketin etkisiyle topu saygıdan bırakması sonucu Nondayla golü de bulduk. Eskişehirin pozisyonu da yoktu aslında. Ama takımda bir sorun olduğu belliydi. Aslında bir değil birkaç sorun vardı. Kewellin etkisiz oyunu: hem kanat ataklarında hem de ortadan destek konusunda etkisizdi. Sabrinin eski günlerini andırması: ortaları da pasları da felaketti. Mehmet Topalın Ayhan olamaması: top tekniği yok abi adamda zorlamayalım olmayacak. Uğurun sol ayağını kullanamaması: sağ kanattan yaptığı işleri yapıp son topu çıkaramaması sinir bozuyordu. Takımın Barcelonadan çok gününde olmayan bir Arsenali andırması: geride pas pas pas, ancak pozisyon bulamıyoruz. Ardanın gereksiz çalımlara girmesi, Nondanın defans arasında kaybolması.. Belki de kazansak söylemeyeceğimiz birçok küçük detay şu anda bile aklımda berbat açıma rağmen.

2. yarı yediğimiz saçma sapan golden sonraki futbol ve kenar müdahaleleri değinmek istemediğim noktalar aslında, ama maç eleştirisinin de temelini oluşturacak kritik noktalar var aslında. 1.si doldur boşaltlar. Takımın 190lık defansa ve 205lik kaleciye doldur boşalt yapmasının altındaki ironiyi bırak, kurtulmaya başladığımızı sandığımız bu alışkanlığın başımız sıkışınca hemen hortlaması üzücüydü. 2. nokta da Rijkaard-Neeskens ikilisinin yaptığı ve yapmadığı müdahaleler. Çok eleştirdik Elanoyu bu blogda, gol attığında bile hazır değil dedim hep. Ama 60. dakikadan sonra her an bekledim Elanoyu. Arda bu kadar kötü oynarken bile tercih edilmemesi şaşırtıcı. Barosun da Nondanın yerine girmesi saçma. Tamam bir sistem var onu oturtmaya çalışıyoruz ama Barostan Nondanın yaptığını yapmasını beklemek saçmalık çünkü benzer tip oyuncular değiller. Baros defansı yıpratır, tekniği düşüktür, attığı kadar da kaçırır. Nonda defansın boşlugunu değerlendirir, dolayısıyla yorulmuş defansa karşı aklıyla ve golü koklayışıyla iş yapar. Yani maçı kazanmak amacı göz önünde bulundurulup 2si birden oyunda tutulabilirdi ama sistemi daha önemli buldu Rijkaard ( bu bir eleştiri değil). Kewell'ı Skibbe döneminde 60-70 dk üzeri kullanmazken şimdi rotasyona dahil etmeyip 90 dk oynatıp adamı bu kadar vasat hale düşürdükten sonra Aydını almak da yanlış oyuna. Çünkü Aydın da Baros da açık alan adamı. Son dakikada kapanan takıma karşı ne yapabilirler ki..



Sonuçta psikolojik avantajı rakibimize verirken bir yandan da her haftaki 7de 7 8de 8 stresinden kurtulduk. 10. haftaya 9da 9 girilse Galatasarayın yenileceğini düşünüyordum ben, o maç açısından bu maç hayırlı oldu. Bir de sistemin öneminin kavranması açısından futbolculara izlettirilecek ders niteliğinde maç oldu Rijkaard adına. Doğru kazanımlarla mağlubiyeti galibiyete dönüştürecek formülleri gösterebilmektir liderlik. Bizim teknik ekibimizin önümüzdeki 3 günde oyuncuları Sturm maçına gayet iyi hazırlayacaklarını ve o maçın bundan farklı olacağını düşünüyorum. Son bir yorum da eski açıkta maç öncesindeki koreografiye gelsin, biz bu işi biliyoruz arkadaş. Alpaslan abiye de selam olsun burdan..

(Yazı biraz gecikti geceye sarktı, dün biraz soğuk almışım yattım eve gelince okuldan özür dilerim takipçilerden :)

27 Eylül 2009 Pazar

22 Eylül 2009 Salı

Kasımpaşa 1-3 Galatasaray: 8de değil 88de



İlginç, konuşmaya pek de değmeyecek bir maç oldu benim gözümde. Çok erken koparıp şov ve fark olabilecek maç gerçekten şok edici bir kararla 80 dk uzatıldı. O pozisyonda el olduğunu görmesen bile topun adamı geçtikten sonra geri dönmesi için el dışı bir ihtimal olduğunu anlayıp yorumlayabilmen gerekir. Ama maçın tombul hakemi İlker Meral bu pozisyonu bile göremedi. O kararın takım üzerinde yaptığı olumsuz bir etki oldu sonrasında, hadi hemen golü bulalım havasında çok da ciddiye almamaya başladı oyuncular savunma görevlerini. Kasımpaşa her ne kadar 0 puanla ligin dibine demir atmış bir takım olsa da oyuncu kalitesi olarak çok da kötü bir takım olduğunu iddia edemeyiz. Özellikle Dc/Fc Azar ve Delgadonun anne bir baba ayrı kardeşi Moritz (sakin olun salladım sadece :) hücum hattında oyuncularımızı zorlayacak yeteneğe sahip oyuncular. Ve işte dakika 26da Sabrinin ilerde kaldığı pozisyonda Kewellin ve Canerin gerekli desteği de verememesi çok kolay bir gol yememize sebep oldu. Rijkaardın bugüne kadar uygulamaya çalıştığı sistem adına şaşırtıcı olan şey bir ofansif bir defansif bek anlayışından vazgeçip 2 ofansif bekle çıkarmış olmasıydı takımı. Eğer Hakan dinlendirilmek isteniyorsa Sabri de dinlendirilip Uğurla başlanabilirdi belki, neyse sağlık olsun. İlk yarı boyunca Kasımpaşa resmen bizimle başabaş mücadele etti ve açıkçası tehlikeli 1-2 pozisyon daha buldular. Bizdeyse Arda inanılmaz pozisyonları harcadı :) Ardanın performansı Galatasaray açısından önemli ve Arda bu sistemin sol kanadında rahat değil, çünkü 4-4-2nin sol kanadı olarak oynamaya alışmış. Arda bu sistemde ortada rahat ediyor ve bu maç sahaya çıkan kadro özelinde Elano sağda Arda ortada Kewell solda olarak tercih yapılsa daha verimli bir hücum olabilirdi.



2. yarı değerlendirmesinden önce bilet fiyatları konusuna değinmek gerekiyor. Kombinesi 100 lira olan bir kulübün tek maç biletinin 120 lira olmasını açıklayacak en hafif tabir işgüzarlıktır. Adnan Polatın bu duruma tepkisini çok takdir ettim, taraftarla da sorun yaşamadan tam tersine gollerde kucaklaşarak güzel bir maç izledi sanırım kendisi. Aklıma gelen bir düşünce de Özhan Canaydın aynı hareketi yapsa o tribünde başına ne gelirdi acaba? Liseli olmadığı için her ne kadar bir grubun Adnan Polata tepkisi olsa da Galatasarayın çıkarları en önemlisi ve bunları koruyan bir başkana sahip olmak liseli bir başkana sahip olmaktan daha önemli bir nokta olarak ön plana çıkıyor.

Geçenlerde bir sitede yapılan ankete göre Galatasaray taraftarı olarak sezonun en büyük transferini Frank Rijkaard olarak nitelendirmiştik. Aslında sadece Rijkaard deyince ben Neeskens, Roca ve adını unuttuğum diğer insan başta olmak üzere bütün Floryadaki ekibe haksızlık yapmışız gibi hissediyorum. Keita ve Nonda 2si de Afrikalı ve Fenerbahçenin sevdiği türden oyuncular olmaları nedeniyle çok iyi arkadaşlar takımda. Ana dilin aynı olması da etkili tabii ki. Aslında bana göre çok da kötü oynamayan 2 oyuncunun, Baros ve Elanonun yerine girdiler 2. yarının başında. Oyuncular kötü oynamıyordu belki ama takıma heyecan gerekiyordu, hani diyor ya Zidane Every team needs the spark diye aynen öyle. Takıma o kıvılcımı verecek adam da Abdul Kader Keitaydı. Nitekim Ali Güneşin 2. kırmızıdan yeşil kart alıp saha kenarında tedavi gördüğü anlarda Keitanın Lincolne nazire yaparcasına attığı no-look pasla aradığımız golü bulduk. Bu dakikadan sonra seyyar TD Yılmaz Vural hocamızın taktikleri devreye girmeye başladı. Kenardan oyunculara zaman geçirmeleri yönünde işaretlerle yönetmeye başladı takımını. Kasımpaşa bu dakikada çok üst düzey bir negatif futbol oynadı. Maçın yine ilginç enstantanelerinden biri Keita-Sancak kapışmasıydı. Keitanın sezon başında Antep maçında yüreğimizi ağzımıza getiren dilinin boğazına kaçması olayını hatırlıyoruz, aynı bölgeye vurmaları gerçekten futbol ahlakına uymayan bir davranıştı. Keitanın da siniri bozuldu bu dakikalarda. Keita zaten kol-bacak uyumu pek gelişmemiş bir arkadaşımız, bu pozisyon sonrası yüzü gözü de oynamaya başladı ve sinirden kaskatı kesilmişti omzu sırtı.. Rijkaard o taç çizgisinde olan pozisyon sonrası Keitayla ufak bir konuşma yaptı ve onu rahatlatıp sol kenara attı. Bu dakikadan sonra ataklarımız yine başladı ama gol geciktikçe gecikti. Derken dakikalar 88i gösterirken Ardanın ortasında topun gideceği yeri çok iyi sezen Nonda koşusuyla golünü attı ve maçı aldı. Yine de bir burukluk vardı içimizde, gol ortalamamız düşüyor diye.. Nonda bu burukluğu da sezdi ve golden sonra moral motivasyon olarak dağılmış Kasımpaşaspor defansının hatası ve Keitanın ikramıyla hem hat-trickini tamamladı hem de gol ortalamasını korudu. Maçla ilgili sanırım son 2 haftada 25 kez söylediğim bir şey daha var, M.Topal ve M.Sarp birbirlerine benzer oyuncular olmaları nedeniyle birlikte verimli oynayamıyorlar ve Ayhan iyileştiyse kesinlikle formayı almalı (gelecek sezon da o mevkiye kaliteli bir yabancı alınabilir).

Şu anda ligde 6da 6 yapmış 2 takımız biliyorsunuz; Galatasaray ve Fenerbahçe. Sezon öncesi 2 takım her ne kadar şampiyonluğun en büyük favorileri olarak gösterilseler de bu kadarı beklenmiyordu sanırım. 2 takımın da kötü oynadığı maçlar oldu (özellikle Fenerbahçenin iyi oynadığı maç saymak zor) ancak kazanıyorlar. Bu gidişatın yarattığı heyecan ve çekişme bence yeterli, bu işin içine Federasyon, hakemler, medya falan girmeye çalışmasın. Ama biliniyor ki eğer bir şekilde destek olmazsa aslında diğer takımlardan çok üstün dediğimiz bu 2 takımın kendi içinde de bir takım diğerine göre çok üstün. 2 takımdan da 9da 9 görme ihtimali beni heyecanlandırıyor, bakalım göreceğiz..

18 Eylül 2009 Cuma

Pana 1-3 Galatasaray: Grup liderliği(?)


Bloga girme sorunundan bahsetmiştik bir önceki yazıda ve yardım istemiştik, Bülent Abi sağolsun blogunda yayınlamış bir şeyler ve yorumlarda yazılanlar da var yani şimdilik çözmüş gibiyim o sorunu. Yazamadığımız dönemde sezonun ilk iddaa kuponunu yaptım (merak edenler için Marsilya-Milan maçından yattı, ah Inzaghi ah!), forma ve atkı aldım (mor Keita, Metin Oktay), Ankaraspor küme düşürüldü, yapılan grip aşısı sonrasında Servetin grip olması gibi trajikomik bir durum yaşandı. Iddaa kuponundan ve dikkat çeken maçlardan ara ara bahsederiz zaten, Ankaraspor konusunda da süreç ve yaptırım tam olarak kesinleşince yazı yazacağız. Dolayısıyla kaçırdıklarımız arasında en güncel olan Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarından geri dönüş yapalım zorunlu nedenlerle kesilmiş olan blogger kariyerimize.
Maçın Tnt de yayınlanacak olması beni sevindirmişti ancak Tntnin Digiturkte olmadıgını ögrenince yok artık D-smart dedim. Nasıl bir cinliktir bu arkadaş.. Neyse ki bizim evde 2 tv var ve diğeri kablolu, kaç yıldır kablolu ilk kez bir işe yaradı :) Yine de maçın başını kaçırdım çünkü kanalı aramakla geçti bir süre. Galatasarayın golü de bu süre içinde geldi. Tekrarlarından anladığımız golün Barosun topu inanılmaz bir güçle ve hızla taşıyıp ortalaması sonucunda topu uzaklaştıramayan oyuncunun Elanoya hediyesi olduğunu anladık sonradan izleyince. Erken golden sonra aslında benim kafamda Beşiktaş maçı canlandı ve benzer bir maç izleyeceğimiz tahmininde bulundum, ki zaten öyle oldu büyük oranda. Orta sahanın ortasında 2 yönlü oyuncu olarak nitelendirebileceğimiz, Sarp/Topal ile Arda/Elano arasında bağlantıyı kuracak 2 yönlü oyuncu takımda sadece Ayhan Akman ve biraz Barış. 2si de oynamayınca son 3 maçta yaşadığımız sıkıntıyı yaşadık, topu defanstan ileriye aktarırken sorun yaşıyor, çok yan pas yapıyor ve sonunda şişirmek zorunda kalıyorduk. Arda olduğu zaman geriye gelip top alıyor, Elano onu da yapmadı. Bu durum da top yapmamızı engelledi. Ama bu durum bir Ankaraspor maçında sorun oluştururken Beşiktaş ve Pana maçlarında bir bakıma lehimize bir sonuç doğurdu. Çünkü Sarpın ve Topalın çok defansa girmesi 6 kişilik alan bırakmayan bir defans bloğu bıraktı ve rakibi de ileri çekerek kontratak şansı verdi ilerideki kaliteli futbolcularımıza. Tabii ki erken gelen gol olmasa bu böyle olur muydu, tartışılır.. Ama işte bahsettiğimiz şekilde bulduğumuz çok net pozisyonlra vardı ilk yarıda Barosla, ama değerlendiremedik ve 0-1 bitti ilk yarı. İlk yarıda şaşırtmayan bir diğer olay da Emre Güngörün oyundan çıkmasıydı, sakatlığının tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama ya tam iyileşmeden oynatılıyor ya da çok ciddi bir sakatlığı var ve bundan sonra Galatasaray defansında yedek olarak bile düşünülemez.
2. yarının hemen başında bulduğumuz güzel gol maçı bizim adımıza perçinleyen olay oldu bence. Attığı ilk gol ve bu goldeki pasıyla Alexi anımsattı Elano, extensor da değinmiş. Ama benim bildiğim ve Avrupada izlediğim Elano Alex gibi bir oyuncu değildir, çok top istemese de kendini unutturmayı bilir. Shakhtarda bir çok maç sağ açık oynadığını da düşününce, sanırım hala yazın antrenman yapmamış olmanın eksikliğini hissediyor. Yine de bu maç onun açısından iyi oldu. Moral ve güven buldu diyebiliriz. 2. golden sonraki dönemde Ten Cate takımı biraz daha ileriye taşıdı ve Ninis başta olmak üzere gol umutlarını sürdü oyuna. Rijkaard-Ten Cate ilişkisine de daha önce Neeskens yazımızda değinmiştik kısaca, maç öncesindeki esprili diyalogları da bu maçın tadı tuzu olarak değerlendirebiliriz :) Bu dakikalardan itibaren Pana atak yapmaya başladı ve sakatlıklar sonucu garip bir hal almış olan defans hattımız defans arkasına atılan paslarda zorlanmaya başlandı. Rakip takımında maç öncesinde Keitaya benzer bir stili olduğu söylenen Leto dikkat çekti ama Sabri bana göre onu savunurken çok iyi iş yaptı. Derken Galatasaray bu sene 3ün altında atmaz kuralının sonucu olarak mantıksız bir şekilde 3ü bulduk ve yaptığımız oyuncu değişiklikleriyle son dakikalarda topu ayağımızda tutup fazla pozisyon vermemeye çalıştık. Topu ayağımızda tutma kısmını bir yere kadar yapsak da pozisyon verdik bayağı ve kalemizde golü gördük. Geri kalan kısımda Franconun kurtarışları ve defansın geçit vermeme çabaları vardı, başarılı da oldular ve Atina'da Yunanı denize döktük..:)
Maçta iyi bir futbol oynamadık, Keita ve Kewellı beğenmedim özellikle orta sahaya destek olmadılar yeterince. Ama iyi oynamadığımız maçı kazandık ve net bir skorla kazandık. Franchi Netanya maçı sonrası sanırım demişti ki, küçükken gıpta ettiğim gelene 5 gidene 5 sallayan büyük takımlar gibiyiz. Bu maçı da o açıdan değerlendirebiliriz. Büyük takım her zaman iyi oynayamayabilir, ama her zaman bir şekilde istediği skoru elde eder. Maça dair alakasız 2 not; Sabri Ugan, Lö Franco ne abicim? Bu adamla bir otelde karşılaşmıştık bir kez ve oğluyla arkadaş olmuştum, iyi bir adamdır ama spikerlik için yetmiyor. Barosla Kewelli karıştırıp durması da ilginçti. 2. not da Pana tribününe, ilk 13 dk yaptığınız olay takdire şayandı, biz bu olayı geçen sene Alpaslan abinin ölümünden sonra bile bu kadar yapamamıştık dürüst olmak gerek. Sonraki dakikalardaki destekleri de çok iyiydi, ama kalecilerini yuhalayarak bir - puan aldılar bizden..

17 Eylül 2009 Perşembe

???

Kaç gündür blogger.com bağlantılı hiçbir siteye giremiyordum, ancak şimdi girebildim. Galatasaray-Beşiktaş maçı öncesinde de yaşamıştım bu sorunu, ama daha önce olmamıştı hiç. Benzer bir sorun yaşayan arkadaşlar varsa ve çözümünü biliyorlarsa yardımcı olabilirler mi çünkü hem aklınıza gelen birşeyi yazamamak hem de 2-3 gün boyunca okuyabileceğiniz tek sporla ilgili makalenin Hürriyet Gazetesinde yayınlananlar olması insanın sinirini bozuyor..

12 Eylül 2009 Cumartesi

Galatasaray 3-0 Beşiktaş: Sezonun Gerçek Açılışı


Maç öncesi ve sonrası maça dair tüm izlenimlerim bu başlıkta olacak, takipte kalın :)
Bilgisayarimin diger tum sitelere girerken bloggera girmemesi sonucu ne mac oncesi ne de bu saate kadar yazi giremedim, ozur dilerim yazar olarak sorumlulugumu yerine getiremedigim icin.. Ipoddan girmek ancak bu saatte aklima geldi, ancak buradan da ciddi bir mac yazisi yazmak imkansiz. Galatasarayin olusu kartala yetti de artti diyelim, mac yazisini bilgisayarin inadindan vazgececegi saate birakalim..
Maç öncesi yazmayı planladığım yazıda Galatasarayın beklenen Mustafalı Mehmetli kadrosunun orta sahada bir zaafiyet ve kopukluk oluşturabileceği fikri üzerinde duracaktım, Xavi-Iniesta çift yönlü oyuncu ve Ayhan Akmanın futbolcu özellikleri üzerinden giderek ve Barış'ın ilk 11 başlamasının daha olumlu olabileceğine değinecektim. Yine de Galatasarayı daha şanslı gördüğümü ve 2-1 ya da 3-1 gibi bir skorla kazanacağımızı tahmin ediyordum. Ve yazının sonunda da 5te 5 yapın sizi sevenleri üzmeyin baba şeklinde bir temennim olacaktı, Metin Oktay üzerinden yeni Metinimiz olmasını dilediğimiz Arda Turan'a. Beşiktaş kadrosu üzerinde ise sadece varsayımlara dayalı tahmin yapacaktım ve sahaya çıkan kadro da çoğu kişi gibi beklemediğim bir kadroydu.
Kalede Rüştü sakatlıktan yeni çıkmış, orta sahada 2 Almanı bozmuşsunuz, sağ kanatta Serdar, Tabata direk forma bulmuş, ileride "pivot forvet" Nihat Kahveci, sol bekte 18lik İsmail. Yorgun olmayan bir Galatasaraydan 15dkda 3 gol yiyebilecek bir kadroydu bu aslında. Ama maçın özellikle 2. yarının başındaki gidişat gösterdi ki eğer erken gelen duran top golü olmasa maç sıkıntıya girebilirdi. Mustafa Sarp buna benzer 2 gol daha atmıştı daha önce bu sezon bu 3. oldu, devamı gelir umarız. Golün aslında biraz daha falso alıp kendiliğinden girmesini tercih ederdim, Mustafa Denizliye sağlam gider olurdu :) Golde Rüştünün de tabii ki hatası var ama hazır olmayan yaşlı kaleciyi sırf tecrübeli diye formda genç kalecinizin yerine oynatıyorsanız sorumluluk biraz da sizindir. O tecrübeli kaleci size maçı da alabilirdi ama olmadı, olamadı. Haftaya girerken demiştim ki belki de Türkiyenin en büyük 2 TDsinin istifa/kovulma sürecinin başlangıcı olacak bir hafta ve o belki gerçek olmuş gibi gözüküyor.

Maçla ilgili objektif yorum yaparsak attığımız gol sonrası psikolojik rahatlama, yorgunluğun da etkisiyle geri çekilme içgüdüsü zaten 2 ön liberoyla oynayan takımı iyice geriye yasladı. İlk yarı Beşiktaşın da yanlış kadro dizilişi sebebiyle boğuk bir orta saha futbolu olarak geçti, Keita Galatasarayın sağından, Serdar da Beşiktaşın sağından zorladı rakibini. Hakan Baltanın Kewelldan yeterli desteği görememesi ve yavaş kalması Serdarın çok pozisyon bulmasına sebep oldu ama Franco çok başarılı bir maç çıkardı kalesinde. 2. yarıda Mustafa Denizli nispeten doğru değişikliklerle başladı maça. 2 stoper arasında ezilen Nihatın yerine Bobo ve takıma uyumsuz yeni transfer Tabatanın yerine orta sahanın kontrolünü ele geçirmeyi sağlayacak Fink. Galatasaray bu duruma karşı oyun planından hiç şaşmadı. Bu dakikalarda üstünlüğü rakibe versek de en çok korkmaya başladığımız dakikalarda gelen gol maçı almamızı sağladı. Barış değişikliğiyle de skoru garantiye alıp oyunu daha yavaşlatmayı amaçladık ve oldu da. Son gol de tamamen kendi organizasyonumuzdan geldi ve klas olarak nitelendirilebilecek bir goldü. Belki de futbol olarak sezon başından beri en kötü oynadığımız maçı rahatlıkla kazanmış olduk böylece. Beşiktaşlılar kendilerini şanssız olarak nitelendirebilir ancak 2 takım arasındaki kadro kalitesi farkı bunu gerektiriyordu zaten..
Takımda bana göre en başarılı oyuncular Sabri ve Francoydu. Francoyu ilerde duruyor aşırtma gol yiyor diye eleştirenler bugünkü birçok kurtarışında ve çıkışında önde durmasının ne kadar büyük avantaj sağladığını görmüşlerdir. Ben kalesinde duran kalecidense çıkıp oyuna dahil olan kaleciyi hep tercih ederim çünkü bana göre bu bir konsantrasyon göstergesidir. Tartışmalı bir pozisyona sebebiyet vermiş olsa da ben oradaki müdahalenin elle olan kısmının çizgide olduğunu pozisyonun devamında göğsüyle kestiğini düşünüyorum zaten o pozisyona kesin olarak şöyledir ya da böyledir diyebilecek bir insan olduğunu da sanmıyorum. Ve Sabriye gelirsek, sezon başında Uğur formayı ne zaman alır diye beklerken şu anda Sabri Milli Takımda Gökhanı ne zaman keser diye beklemeye başladık, bugün hem savunmada hem hücumda iyiydi, özellikle defansta çok kritik kademelere girdi. Sabri bu performansını ve yükselişini sürdürürse çok önemli bir oyuncu olur bizler için çünkü hem fanatik Galatasaraylı hem de üst düzey futbol oynayan bir oyuncu "bayrak adam" olmaya en büyük adaylardan biridir bizim için, Arda Turan örneğinde olduğu gibi. Maçı özetleyen başlığı Father Vic atmış, uyur gEZER şeklinde. Gerçekten uyuyarak ezdik 3. büyüğü ve 5te 5 yapmış olduk. Artık bizim hedefimiz 10da 10, ama tabii ki her maçı ayrı düşünüp o maç özelinde kazanmaya odaklanmalıyız..

Eurobasket 2009-Türk Milli Takımı


Türk Milli Basketbol takımı yolculuğuna bir açıdan zor bir açıdan da kolay bir grup ve fikstürle başladı. İlk maç Litvanya'ydı, Litvanya yıllardır Avrupa basketbolunun önde gelen ülkelerinden olmasına rağmen bu turnuvaya çok eksik gelmişti. Ayrıca bizim Milli takımımızın Litvanya'yı kurada çekme alışkanlığı var, daha önce de ilk maçta yenemediğimiz olmuştu Litvanya'yı. Bu açıdan zorlu bir eşleşme gibi gözüküyordu. İlk maçtaki performans diğer maçların sonucu hakkında da bize ışık tutacaktı. Çünkü Litvanya dışındaki rakiplerimiz bize göre bir alt seviye olarak nitelendirilebilecek takımlardı. Turnuva öncesi en büyük çekincelerimiz Tanjevic'in dengesizliği ve Mehmet Okur'un yokluğuydu. Bir de üstüne Kerem Gönlüm şoku eklenmişti bunların. İlk maçı bekliyorduk heyecanla takımın durumunu görmek için.
Litvanya maçı Türkiyenin belki de tarihinde ilk kez bir turnuvaya çok iyi hazırlandığını gösteriyordu. Hidayet, Ersan ve en önemlisi Enderin müthiş performansıyla tüm takım (Semih hariç) Tanjevicin liderliğinde aldı maçı ve biz de anladık ki bu gruptan 1. çıkacağız. 2. maçta Bulgaristandan korkan yoktu zaten bence, rahat geçtik. 3. maçta o maça kadar beklentilerin üstüne çıkmış olan ev sahibi Polonyayla oynadık ve onları da yine üstün oynayarak yenmeyi başardık. Bu maçta dikkat çeken bir nokta ilk 2 maçta kayıpları oynayan Semihin toparlanması ve Ömer Aşık'ın inanılmaz performansıydı. Ömer Aşık'ı Alpellada oynadığı dönemden beri takip ediyorum, hep Fenerbahçe niye A takıma almaz bu çocuğu derdim o zamanlar şimdi belki de NBA'e gidecek seviyede bir pota altı canavarı oldu.
Turnuva daha devam ediyor, ancak gruptan tarihimizde ilk kez 3te 3 yaparak 1. çıkmış olmamız hem kolay eşleşme hem de manevi anlamda takımı olumlu etkileyecektir. Hidayet gibi bir NBA yıldızı'nın liderliğinde bu takım belki de bu turnuvada büyük bir sürprize imza atacak. Umarım futbol takımımızda yaşadığımız hayal kırıklığını yaşamayız, ben yaşayacağımıza inanmıyorum çünkü basketbolda futbola oranla şans daha az etkilidir ve iyi oynayan kazanır genelde. Biz de bu turnuvada iyi oynayan takımlardan biriyiz, turları geçtikçe yazılara devam etmek dileğiyle bitirelim bu yazıyı..

9 Eylül 2009 Çarşamba

Bosna 1-1 Türkiye: Haksızlık..


Yazıyı yazacak moralde değilim şu an itibariyle, ama bu skorun Türk halkına ve Türk futboluna büyük haksızlık olduğu düşüncesindeyim. Türk futbolunun şu anki seviyesi bu grupta İspanyayla grup liderliğine çekişmeliydi, Kupaya bile gidemeyeceğiz.. Bu maçı ve oluşan bu durumun sebeplerini uzun uzun anlatacağız ama önce iyi bir uyku alıp soğumak istiyorum maç ortamından, haddini aşan sözler kullanmamak için..
(Basketbol milli takımımıza da değineceğiz yine gün içinde..)
Maçın başında Türk Milli Takımının istekli oyunu vardı. Takım sahaya golü bulmak ve rakibi boğmak için çıkmış gibiydi. Ve bulduk da o golü Emre Belözoğluyla.. Golü bulduk ama, bu iyi mi oldu kötü mü derseniz yorumum yok. Çünkü o dakikadan sonra futbolumuzda gözle görülür bir düşüş oldu, disiplinden koptuk ve çok fazla faul yapmaya başladık. Aslında bu fauller faul müydü tartışılır, sahada çok ilginç bir hakem vardı. Hakem bizi katletti diyemeyiz ama hakem maçı katletti diyebiliriz, çünkü 2 takım adına da çok tartışmalı kararları vardı hakemin. Ben hakemi çok başarısız buldum, ama bu puan kaybından birinci derecede sorumlu değildi bence. Neyse maç yorumunda kaldığımız yerden devam edelim. Faul yaptıkça top bizim sahamızda kalmaya başladı. Türk Milli Takımının takım savunması denen şeyde ne kadar başarısız olduğu ortada. Art arda pozisyonlar vermeye başladık bu dakikada. Ve sonunda faul olmayan bir pozisyondan çalınan faul sonucunda müthiş bir frikik golü yedik. Şimdi golün güzelliğinden başka bir noktaya değinmek gerekiyor. Amansız ol! ekolüne. Extensor aslında maçtan sonra çok güzel bir yazı yazdı bu konuda, onun cümlelerinden alıntı yapalım: "Yahu ağabey! Oldun kendi mantalitenle Avrupa üçüncüsü ve bize de tükürdüğümüzü yalattın… Evet, ben puan alamayız diyordum, 3. olduk. Ve bende yazdım işte, senin büyük hoca olduğunu falan… Herkese ispatladın bazı şeyleri. Herkesle yıldızında barıştı… Eeee neden gitmiyorsun yahu? Gideceğim deyip neden kalıyorsun? Kalma işte yeter, senin değil bu milli takım. " Fatih Terimin takım başında bulunduğu her dakika bu takımın bir futbol karakteri oturmasını engelliyor. Kaos futbolu dediğimiz futbol Türk futboluna hakim oluyor. Uefa Kupasını kazanan oyuncularımızın yaptıklarını yorumlarken diyoruz ki bu adamlar büyük oyuncu olmayı kaldıramadılar, kendi büyüklükleri altında ezilirken şişik egolar yetiştirdiler ve o yüzden nefret topluyorlar her gün. Ama aslında bu oyuncuların başındaki TDye bakmak yeterli. Fatih Terim karizmatik bir adam olabilir, iyi bir TD de olabilir kendi görüşüne göre. Ama antipati topluyor artık bu saatten sonra. Sahada Emre Belözoğlu kenarda Fatih Hoca olduğu sürece benim ve birçok insanın bu takımı kendi takımıymış gibi benimsemesi mümkün değil. Bu konuda daha fazla yorum yapmayacağım ama Fatih Terim motivasyon başlığı altında takımı çok geriyor ve oyuncuları da ülkeyi de yıpratıyor bana göre.
Oyunun ilk yarısında 2li sıkıştırmayla top aldırılmayan Arda sorumluluk aldı ve maçı almaya çalıştı. Ama Gökhanın kötü gününde olması, Sercanın şanssızlığı, direğin azizliği derken olmadı işte. Belki de olmaması gerekiyordu zaten, takım için hayırlı olanın olması adına.. Burada Dünya Kupası hayallerimiz söndü belki, ama doğru hamlelerle Türk Milli Takımının hak ettiği noktaya çıkarılması hayallerimiz canlandırılabilir. Takımdaki dead wood olarak nitelendirebilceğimiz unsurların arındırılması ve gerçekten hak eden oyuncuların forma bulması halinde Dünyada top 10 takımın arasına girebilcek bir kadroya sahibiz. Ben iyimser olmak istiyorum, bu maça takılıp kalmayalım ve geleceğe bakalım. Evet dünya kupasında yokuz, ama bundan sonraki Kupalarda bu durumu yaşamamak için gereken hamlelerin yapılması gerekiyor.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Arjantin 1-3 Brezilya: Tırnaklar..


Normalde gece 3 gibi en geç uyuyan bir insanım, saat 3 buçukta maç başlayacak olunca yarım saat daha dayanır maç sırasında da maçın heyecanıyla zati uyumam diyordum. Kalktık işte maça, tam televizyonu açtıgım anda başladı maç. Dk 1de Arjantin bir atak yaptı, o anda anladık ki Maradona takımı gol atmaya yollamış. Zaten gruptaki durum itibariyle Brezilya için olduguna oranla Arjantin için daha kritik bir maçtı, doğal bir durum bu. Neyse, bundan sonraki dakikaları şöyle özetleyebiliriz, Arjantinden şuursuz saldırı, Brezilyadan temkinli futbol. Arjantin'in sahaya çıkan kadrosu ilginç bir kadroydu; 34'lük Veron, Datolo, Tevez tartışılabilecek tercihlerdi Aguero Milito gibi oyuncular kenarlarda otururken. Messi de forvet arkasına koyularak bana göre sahanın ortasına hapsedilmişti. Ataklar olgunlaşamıyor, genelde Brezilya defansının göbeğinde işlerini başarıyla yapan Lucio ve Luisaonun vücudundan geri dönüyordu genelde.. Sonra bir frikik oldu, Brezilya Elanonun ortasında buldu golü. Maçla ilgili şuna dikkat çekmeden olmaz, Brezilya ilk 11inde 2 adet Süper Ligden oyuncu var: Andre Santos ve Elano Blumer. Elano sağ kanattaki oyunuyla bana şu izlenimi verdi, daha tam olarak hazır değilim dolayısıyla zor toplara girip sorumluluk almayayım; gerektiğinde birkaç hareketle gösteririm kendimi. İlk 2 golde de serbest vuruştan payı vardı, ama maç içinde etkisizdi. Andre Santos daha defansif bir görev aldı Fenerbahçedekine oranla ve sırıtmadı önündeki Robinhonun kötülüğüne rağmen.
2. yarı oyuncu değişiklikleriyle Arjantin biraz toparlansa da Brezilya hep oyunun hakimiydi. Datolonun müthiş golüyle farkı 1e indirseler de Kaka bu maçı vermeyeceğiz der gibi 2 dk sonra her şeyi bitiren pası verdi Fabianoya ve maça damgasını vurdu. Maçı zaten herkes ya tekrarından ya da canlı izlemiştir şu ana kadar, en azından golleri görmüştür. Maçla ilgili 2 nokta var dikkat çekilmesi gereken. 1.si Maradonanın yediği tırnakları.. Kamera ne zaman o tarafa dönse Maradona gergin bir şekilde tırnaklarını yiyordu. Bana göre teknik direktör dediğin adam saha kenarındaki duruşuyla oyuncularına güven vermeli, tırnaklarını yiyen bir adam sizi sadece daha da gerer. Her büyük futbolcudan büyük antrenör olmaz, bunu bir kez daha görmüş olduk. 2. nokta ise Arjantindeki Arjantin Liginde oynayan oyuncu sayısının fazlalığıydı. Defansın göbeğini Velezlilere emanet etmek riskti, bu risk biraz pahalıya patladı sanki. Ama Veronun hakkını vermek lazım, iyi oynadı. Sonuçta Arjantin kendi evinde yenilerek büyük yara aldı, Brezilya da Dünya Kupasına gitmeyi garantilemiş oldu. Arjantin de bir şekilde gider o turnuvaya da bu haliyle gidecekse gitmesin diyelim, her ne kadar yıldızlar toplulugu da olsanız bir düzen olmayınca başarı olmuyor..

6 Eylül 2009 Pazar

Türkiye 4-2 Estonya


Öncelikle Türkiye maçıyla başlayalım. Estonya gibi bir rakip karşısında bile alarm veren defans hattımıza dikkat çekelim öncelikle. Gökhan Gönül dışında hepsi Galatasaray oyuncusu ve bu maçta bana sorarsanız Gökhan ne defansla ne de Kazımla uyumluydu. Sabri yükselen form grafiğiyle formayı alabilir Gökhandan. Göbekte Servet ve Gökhan Galatasarayda defans kurgusunun biraz daha farklı olması dolayısıyla çekmedikleri yavaş kalma sıkıntısını çektiler Gökhan sakatlanana kadar. Yine de Servet toparlayıcı rolünü üstlendi ve birçok pozisyonu kesti. Solda Hakan da sakatlıktan yeni çıkmış olması dolayısıyla tam performansında değildi, keşke bu maçta dinlendirilseydi de Bosna maçında daha iyi performans sağlansaydı. Gökhan Zanın sakatlanması kötü oldu, yetişemeyecekmiş Bosna maçına.
Takımı taşıyan oyunculara bakalım şimdi. Öncelikle Arda Turan'dan başlamak gerek. Rijkaardın gelişiyle futbolunu hem teknik hem de liderlik açısından çok geliştirdigine dikkat çekmek gerek. Takımı taşıyan oyuncu görevini üstlendi bugün, ilk goldeki topu bırakışı, 2. golü yoktan var edişi, 3. golü atışı.. Ve sorumluluk almaktan hiç kaçınmadan oynadı Arda. Bir başka önemli isim Tuncay'dı. Tuncay'ın bugünkü futboluyla Fenerbahçedeki futbolu arasındaki fark bana kontrolsüz güç güç değildir deyişini hatırladı. İlk goldeki gol vuruşundaki soğukkanlılık da dikkat çekilmesi gereken bir nokta. Bunun dışında Sercan ve Emre dikkat çektiler. Ancak Emre-Hamit ve Kazım-Gökhan ikilileri çok uyumsuz gözüktüler, Bosna maçında Mustafa Sarpla başlamak daha doğru olabilir. Sonuçta zaten puan kaybetme lüksümüz olmayan maçı heyecan yaparak Türk işi aldık.
Sabaha karsı da Brezilya-Arjantin izleyip zevke geldik :) O maçın yorumları da ilerleyen saatlerde olacak iftar vakti yaklasıyor..

4 Eylül 2009 Cuma

Kolpalar


Bugün Hürriyette görmüştür herkes İlhan Söyler imzalı haberi. Yalan olduğunu zaten biliyorduk, kasıtlı olarak çıkarıldığını da bu tip haberlerin. Az önce Kapalı Tribünde okuduğum yazıya göre Shakhtarın resmi sitesinden yalanlama gelmiş. Yazıda İlhan Söyler Shakhtar Kulübü yöneticisiyle konuştuk diyordu, adı geçen yönetici açıklama yapmış; diyor ki neresinden sıktıysa o beni ilgilendirmez Türk taraftarları yanlış yönlendirmesin açıklama yapsın gazete. Ama böyle bir şey olacak mı, sanmıyorum. Çünkü bu haberlerin amacı belli, iyi giden Galatasarayda karışıklık yaratmak, takımın düzenini bozmak. Bu haberlerin hedef aldığı kitle de belli, genç Galatasaray taraftarları yani bizler. Hep deriz medya Fenerbahçeyi destekler diye ama, dezenformasyonun ve asparagas haberciliğin bu kadar yoğun olduğu hiçbir dönem olmamıştı. Aziz Yıldırım tarafından sezon başında start verilen 3 sene şampiyonluk planının medya ayağındaki neferleri canlarını dişlerine takarak çalışıyorlar anlaşılan. Tabii ki bu çalışmaları karşılıksız kalmayacaktır. Bir de Galatasaray muhabiri olarak geçinen adamların bu tip haberlerin altına imza atması koyuyor bana. Desene kardeşim ben kadrolu Aziz Yıldırım gazetecisiyim diye, neden hala Galatasaray muhabiri takılıyorsun? Başlığı kolpalar yapmamın sebebi bununla sınırlı kalmayacak olmaları (ki aslında daha önce çıkan Elano bedavaydı haberi var Bülent abinin doğrusunu açıkladığı). Belki bunu da bir seri yaparız, her kolpa haberde bir entry gireriz. Ama düşündüm de yok ya, günde 5-6 saatimi bloga ayırmam gerekebilir takım ve medya böyle devam ederse..

3 Eylül 2009 Perşembe

Gecikmiş bir 4. Hafta İncelemesi


4. haftanın sonunda ligin genel bir değerlendirmesi ve bu haftada oynanan maçların izlenimleri üzerinden sezon gidişatı üzerinde tahmin yürütme şansı doğdu bizlere. Bunun 2 sebebi var; 1. si artık sezonu gerçekten açacak olan ilk derbi maçın öncesindeki haftada olmamız, 2. si de transfer sezonunun bitmesiyle takımların kadrolarının netleşmiş olması. Sezon öncesi tahminlerde şampiyonluğun en büyük 2 adayı olarak gördüğüm Galatasaray ve Fenerbahçe firesiz kapadılar ilk 4 haftayı. Ama bu son haftaki performans 2 takım açısından da pek parlak değildi. Öncelikle Fenerbahçeyle başlayalım. Fenerbahçe karşısında diri bir Manisaspor buldu. İyi çalışmıştı Tarzanlar derslerine, Fenerbahçenin kanatlar üzerinden etkili olma planını engellemek için önlemleri vardı. Buna rağmen ilk 20 dk özellikle Kazımla pozisyon buldu Fenerbahçe. Ama oyunun devamında bu üstünlük ortadan kalktı, hatta Manisasporun art arda pozisyon buldu dönemler bile oldu. Maça heyecanın geldiği an Emre'nin kırmızı kartıydı. O dakikaya kadar Fenerbahçe adına en çok iş yapan adamdı Emre. Cristianın defansa çok yaklaşması ve Alexin hücumdan dönmemesi Emreyi orta sahanın ortasında tek başına bırakıyordu. Emre hem top kapıyor hem alana basıyor hem de oyun kuruyordu. Zaten sorunlu bir oyuncu olduğunu biliyoruz, kırmızı kartı bu durumun getirdiği fiziksel ve mental yorgunlukla adeta davet etti. Hem küfür hem de hakeme fiziksel müdahele.. 4-5 maçtan az olmamalı ceza. O dakikadan sonra maç değişti, sanki Manisasporlular biraz da puanı kopardık havasına girdiler. Ve Fenerbahçe golü buldu. Maç öncesi öngördüğüm senaryo erken Fener golü ve sonrasında gelecek Manisaspor golüydü. Manisaspor golü çabuk gelirse Fener farklı alır gecikirse 1-1 biter diyordum. Erken olmadı Fenerbahçenin golü ama devamı için aynı senaryoyu düşünebilirdik yine de. Ve dk 85 te Manisa golü geldi. Daumun oyuncu değişiklikleri sonrası tek Carlosa emanet kalan sol kanattan gelen art arda ataklardan birinin sonunda geçtiğimiz senelerde Trabzondan tanıdığımız Ergin attı golü. O dakikadan sonra 2 oyun planı olabilirdi Manisa adına, ya 10 kişi rakibine karşı kapanacaktı ya da 2. golü arayacaktı. 2sini de yapmadı aslında, ne tam kapandı ne de hücuma yöneldi. Tam kapansa büyük ihtimal berabere bitecekti ve açılsa da bundan kötüsü olmazdı bence. Orta sahada top gezdirirken kritik bölgede kaptırdılar topu, (ki maçtaki 3 golde çıkarken yapılan pas hatalarından kaynaklandı) ve Fenerbahçe son dakikadaki golle aldı maçı. Maçla ilgili kişisel bir detay, maçı 30 kadar Fenerbahçelinin içinde 2 Galatasaraylı izledik. Manisasporun golünde ben alkışlayınca yüzler bizim tarafa döndü, o anda bir tırsmadım değil. Extensor gibi vücut da geliştirmiyorum, hatta bayağı ufak tefek bir tipim. Yanımdaki arkadaşla birlikte 2. Manisaspor golü gelirse nasıl kaçarız şeklinde bir muhabbete daldık o dakikadan sonra, ama Fener golü geldi ve belki de dayaktan kurtulduk :D

Galatasaray maçına gelirsek, ilk 60 dakika adam gibi pozisyonu olmayan bir takım vardı sahada. Sezon başından beri her maç kalede tatil yapan Francoyu ilk kez zorladı rakip :) Görevini yaptı Franco. Rakipte Senecky de görevini yaptı aynı şekilde 2-3 kritik top kurtardı. Eğer bu maçın yazısını tek başına yazsaydım başlığım kilidi açmak olurdu. Çünkü Galatasaray uzun süre kilidi açamayacak gibi gözüktü, aynı ilk Tobol maçında olduğu gibi. Hatta daha da zor durumlara düştüğü oldu Röberin ekibi karşısında, uzun topu ilk kez bu kadar sık kullandığını gördük Galatasarayın. Fenerbahçenin genelde kilit maçlarda formülü bellidir: duran top ve kaliteli oyuncuların bireysel çabası. Bu yüzden bana hep biz galibiyet için ecel terleri dökerken Fener kritik anlarda golleri fazla kolay buluyor gibi gelmiştir. Bu seneyle birlikte sanırım (ve umarım) biz de golleri daha kolay bulacağız. Çünkü Rijkaardın gelişiyle birlikte ciddi bir duran top çalışması var diyoruz hep. Ve takımda da belki de hiç olmadığı kadar çok bireysel yetenekli oyuncu var. İşte kilidi açan gole bakalım; Ardanın kornerinde Harry Cool geçen seneki Olympiakos maçını hatırlatan bir gol attı. Sonraki gole de bakarsak Aydının mükemmel pası ve Nondanın uzun bir matematik hesabından sonra iç yan ağlara gönderdiği top. Maçı çözerken duran top ve bireysel yetenek dedik ama, bu sene bizim fazladan bir opsiyonumuz daha var: kenardan müdahale. Aslında Fenerbahçe için de bunu söyleyebilirdik ama o daha çok Semih özelinde bir durum. Bizde ise devreye teknik ekibin kalitesi giriyor. Sene başından beri her maçta 2. yarı takımda hava değişimi oluyor, oyuncular daha doğru daha iyi oynamaya başlıyorlar. Bu maçta da aynı durum ve üzerine kondisyon olarak yetersiz gözüken Elano, takımı ilk yarıda tek başına taşıdığı için yorulmuş Keita ve ciddi ciddi gol orucuna girmesinden korkmaya başladığımız Barosu çıkararak 3 doğru oyuncu değişikliği yaptı Rijkaard. Başka bir hoca olsa bu yıldızların isimlerinden çekinir çıkaramazdı belki de. Ama Rijkaard bu değişiklikleri yaptı ve maçı aldı. Şampiyonlar Ligi Finalinde de böyle yapmıştı, hatta flying dutchmanin bir yazısını hatırlıyorum konuyla ilgili. Sonuç olarak Galatasaray adına maçı alan kaliteydi, hem sahada hem de kenarda. Maçla ilgili ilgimi çeken bir detay da Ankaraspor'un forma rengiydi. Bu maçı da yine aynı mekanda izledim, yanımdaki 2 adam arasında şöyle bir diyalog oldu: 1. adam dedi ki Ankarasporun rengi mavi beyaz değil miydi, öbür adam da oğlum onlar Ankaragücüyle birleşti ya formaları aynı oldu artık gibi bir şey dedi. Gerçekten futbolumuz adına rezalet bir durum yaşanıyor, sezon başladıktan sonra olacak iş değil ama siyasetin oyunlarına kurban ediliyor futbol. Ankaragücü bu açıdan şanssız bir takım, kayırılıyor gibi gözüküyor ama aslında kaybediyor. Çünkü futbol sadece para değil, blogu açarken de bahsettiğimiz gibi ruh var işin içinde. Ben Ankaragücü taraftarı olsam bu durum çok üzerdi beni, onların da içlerine sindiğini sanmıyorum. Neyse, çok da hakim olmadığım bu konuya fazla girmek istemiyorum açıkçası çünkü bu kirli işler ne zaman sorgulansa altından daha kirli işler çıkıyor ve sonu gelmez bir bataklıkta buluyorsunuz kendisinizi. Federasyonun soruşturmasının sonucunu merakla bekliyoruz. Gs ve Fb ye dönecek olursak, Fatih Terim döneminde Galatasaraydan gördüğümüz kötü oynarken maç kazanma alışkanlığını 2 takım da bu sene kazanmış gözüküyor. Çok erken de olsa ortada bir gerçek var, bu 2 takım diğer rakiplerden kağıt üstünde daha güçlü ve futbol her ne kadar sürprizlere açık bir oyun da olsa bu 2 takımı biraz Beşiktaş dışında zorlamak zor gözüküyor..
Diğer takımlara ve maçlarına başka yazılarda değineceğiz, belki extensorun sezon öncesi yaptığı gibi inceleme yazıları da yazarız..

2 Eylül 2009 Çarşamba

Hasan Şaş, Ahmet Gökçek ve Ali Koç


Ankara maçı sonrası tvde Hasan Şaş vardı kanaltürkte. Serhat Ulueren ve Ahmet Çakarla birlikteydi, yani Galatasaray karşıtı muhabetin körüklenebileceği bir ortamdı. Hasan gergin gözüküyordu, bizim bildiğimiz neşeli renkli karakterinden uzaktı. Sanırım o da bir gaf yapmaktan ve Galatasaray taraftarıyla arasını bozmaktan korkuyordu. Programda gayet güzel konuştu, biraz da kendini aklamaya çalıştı. Sanırım sözlerine aldığı tepkiden dolayı biraz kırgındı, yanlış anlaşıldığını düşünüyordu. Ben Hasanı her zaman severim, tabii ki onu bir kalemde silip atmam ama sözleri hoş değildi. Çarpıttılar dedi, şaka yollu söylediğim bir cümleyi alıp manşet yaptılar dedi. Sanki bilmiyordun Hasanım bunların ne olduğunu :) Neyse onu geçelim, Hasandan Gökçek Jr.a nerden bağlayacak bu adam diyorsunuz konuyu sanırım. Ahmet Çakarla Hasan arasında şöyle bir diyalog oldu programda: Hasan kariyer planını ve Anadolu klüplerini çalıştırıp oradan Galatasaraya geçme isteğinden bahsediyordu, Ahmet Çakar dedi ki bence yorumcu kal Hasan hiç girme o işlere. Anadolu klüplerindeki yöneticilerden bahsetti ve baba zengini yönetici tiplemesi yaptı. İşte jipe binen, hayatta en büyük özelliği babası olan, vasıfsız, görgüsüz adamlardan bahsetti ve bu adamlar sana Hasan diyecek dedi. Bu tiplemeyi yaparken öyle bir anlattı ki, benim gözümün önüne 2 isim geldi: Ahmet Gökçek ve Ali Koç. Biri Anadolu takımı versiyonu, biri büyük takım versiyonu.
Önce Ahmet Gökçek'le başlayalım. Adamın tipini görünce bana kahvehane köşelerinde sürten mahalle delikanlıları geliyor. Bu adam mı koskoca Ankaragücü camiasını yönetecek? Ankara maçında tribünde olan olaydaki hareketlerini maçı lig tvden izleyen herkes görmüştür, hemen eller kollar sallanmaya başladı; olaya dahil olundu. Koskoca başkanın yapacağı bir davranış mı bu? Bir de o kıyafeti neydi öyle, düğüne giden genç gibi :D Annem kıro diye nitelendirmeyi tercih etti, üstüne fazla yorum yapmıyorum..
Ali Koç da bu tipin Fenerbahçe şubesi. Bir adam koskoca Koç ailesinin oğlu olur da bu kadar mı düz vasat bir tip olur? Konuşmaları, yaptıkları çok sıradan, çok gereksiz. Yine de tabii İstanbul şubesi olması dolayısıyla çok da kıro değil, sadece bayağılaşabiliyor bazen. Paraları sayesinde bir yerlere gelen insanlara gıcık olurum zaten, bu vesileyle buna değinmek istedim. İsterse kulübe 100 milyon versin Ahmet Gökçek ya da Ali Koç gibi biri yerine Haldun Üstüneli her zaman tercih ederim..

1 Eylül 2009 Salı

Milan 0-4 Inter : Rezalet!!


Maçtan önce beklentim tabii ki Inter galibiyeti yönündeydi, futbolun bazı gerçekleri vardır bunları inkar edemezsiniz. Ama ben Shevchenko döneminden beri İtalyada Milana sempati duymuşumdur, Juveyi de severdim mesela ama içten içe Milanı desteklerdim hep :D Bu maçta da diyordum bir umut, derbi maçı bu belli mi olur, belki Fenerin 85 dk defans yapıp Johnsonun bir daha hayatında atmadığı ve atamayacağı bir golle kazandığı derbi gibi bir şey olur. Ama Mourinhonun öğrencileri çıktı sahneye, ne derbi bıraktılar ortada ne de umut. Ben maçı izlemeye geldiğimde 3-0dı, Azeri kanalını açtım Inter top çeviriyor, bakın çocuklar gelmeyelim üstünüze rezil olmayın der gibi oyuncular. 5 dk sonra da Stankovicin mükemmel golü geldi zaten..
Milanın yok kadro yeterli, yok kriz var yok o yok bu diyerek kadroyu yeterince güçlendirmemesi bu sonuca yol açtı. Inter taraftarı sevinmemiştir bile bu sonuca, atıyorum Inter-Catania maçı olsa daha çekişmeli olurdu. Pato-Huntelaar hücum 2lisi dışında vasat bir takım Milan, kırmızıyla iyice çökmüşler ve fark..
Gailiani, Berlusconi, Leonardo diyebilirsiniz de, bu Milanın çöküşünde etkili olan bir isim daha var: Haldun Üstünel. Milan Rijkaardı alacağım dedi, Haldun abi gitti hop kaptı ellerinden. Kakayı sattım yerine Elanoyu alayım dedi, hop yine Haldun abi aldı adamı. Bir dahaki Türkiye ziyaretinde Berlusconi Tayyipten Haldun Üstüneli isterse bizzat şaşırmayın :D Yazıya resim yerine video koymak istedim, Stankovicin golünü herkes görsün diye. Bu adam zaten böyle bir adam malum, bi 10 dk falan sonra yine benzer bir şut attı o da gol oluyordu nerdeyse..

Levadia 1-1 Galatasaray


Galatasarayı bu sene takip eden herkes bu maçta rotasyon uygulanacağını tahmin etmiştir sanırım. Estonyaya giden kadronun da belli olmasıyla bu kesinlik kazanmıştı. Maç öncesi beklentim tek farklı galibiyetti, beraberlik de çok fark etmez. Maçı bir restoranda bir sürü Galatasaraylı 16-17 yaşında gençle izledim. Gördüğüm bir şey var, sanki 1i ya da 2si bu bloglara falan takılan tiplerdi. Futbol bilgisi diğerlerine oranla daha yüksek ve hatalarda direk küfretmeyen açıklamaya falan çalışan daha kültürlü futbol izleyicileri olarak dikkatimi çekti bu çocuklar. Neyse maçın üzerinden çok zaman geçti ama biz kısa kısa yorum yazalım:
- Elanoyu takıma ısındırma maçıydı bu, fena performans sergilemedi ama ilk yarı çok iyiyken 2. yarı oyundan düştü tam olarak halen hazır değil. (bunu not almışız aynı şeyi ankara yazısında da tekrarlayacağız :D)
- Serdar Eylik sol kanatta sırıtmadı ama, henüz takıma girilebilecek seviyede olmadığı ortada.
- Nonda form olarak üst düzey şu anda, geçen seneden daha güçlü olduğu kesin ve gol vuruşları da çok başarılı. Birçok blogda değinildi zaten, futbol aklı olarak üst düzey bir oyuncu Nonda ve iyi bir profesyonel; yedek olarak çok değerli bir oyuncu. Bugün Elanonun bir pasını yedi birini de attı :)
- Alpaslan'ı hazırlık maçlarından sonra beğenmiştim ve umutluydum, ama çok savruk ve Hakan Baltanın yedeği olacak seviyede dahi değil. Kiralık verilmesi ya da takasta kullanılması lazım. Volkanın da Eskişehire verilmesiyle Caner transferi kesin. (demiştik ve oldu :)
- Defansın ortası bu seneyi götürür de, Emre Aşık seneye artık iyice yaşlanmış olacak; ya altyapıdan Semih ve/veya Muratı çıkaracağız o seviyeye ya da transfer yapacağız.
- Emre Güngör sakatlıklardan beri bir sorun yaşıyor, her maçında dikkatimi çekiyor. Toplara çok kontrolsüz ve timing hatalı giriyor ve çok sert fauller yapıyor bu sebepten dolayı. Oynamaya oynamaya biraz dengesizleşmiş diyebiliriz, şu an için Gökhan Zan çok daha iyi.
Maçta dikkat çeken bir olay da Levadialı oyuncuların hırsıydı. Özellikle pivot santrfor oynayan oyuncuları ayrı bir hırslıydı sanki, sanırım onur mücadelesi amacıyla çıkmışlar ve iyi de oynadılar. Pclionun sık sık değindiği gibi turu geçtiğiniz sürece beraberlikle galibiyet arasında kayda değer bir fark yok, dolayısıyla bu maçı idman ve rotasyon maçı olarak görüp fazla ciddiye almamak gerekir. Her idman maçımız Netanya maçı gibi 6-0 bitecek değil ya; arada daha kötü oynadığımız da olacak tabii ki :)

Nerede Kalmıştık?


Ani bir seyahatle 5 gün internetten uzak bir yerde tatile gittik, blogu da yetim bıraktık. Takipçilerden özür dileriz, hızlı bir giriş yapacağız çünkü transfer döneminin sonu özellikle çok fazla gelişme olmasına yol açtı ve biz geride kaldık bu durumun takibinde. İlerleyen saatlerde beklemede olun, 2 gün içinde kapayacağız farkı :)