1 Kasım 2009 Pazar

Souleymanou

Yıllar geçer ama bazı şeyler aynı kalır:



Galatasaray 2-0 Sivasspor



Ahım şahım futbol oynamadan kazandığımız bir maç oldu bugün. Futbolda böyle kazanmak da var hem de önemli, ancak çok kritiği yapılacak bir maç olduğunu düşünmüyorum. Galatasarayın bu maçı kazanmaya ihtiyacı vardı ve eksiklere rağmen kazandı, tebrik etmek gerekir.
Barışın futboluna dikkat çekmek istiyorum. Topla etkili olamadığı ve oyun zekasından yoksun olduğu için eleştirdiğimiz bir futbolcu Barış, yapmak istedikleri kapasitesini aştığı için en az kaptığı kadar kaptırıyor diyoruz. Ama bu adamın off the ball yeteneğinin de farkına varmak gerekir. Sahada hiçbir zaman pasif durmayan ve doğru koşular yapan bir oyuncu, bir de üst düzey teknik kapasitesi olsa Galatasarayda tutamayız zaten onu. Bugün güzel bir asist yaptı ve özellikle ilk yarıda orta saha mücadelesini kazanmamızda büyük pay sahibiydi, tebrik ediyorum kendisini.
Mustafa Sarp da özel övgüyü hak ediyor, çok verimli elinden geldiğince dikine top oynamaya çalıştı. Mehmet Topalın Dmc kaldığı sistemde Mc olarak verimli olamamıştı ama Barışla birlikte olunca hem pres yükü azaldı hem de 2. bir opsiyon doğdu. Ardayı ortada kullanmayı bu yüzden doğru bulmuyorum çünkü Arda şu anda ortaya koyduğunuzda Mc değil Amc gibi oynuyor ve takımda defans-hücum arası köprü kurulamıyor. Elano bu konuda daha iyi ama onu hala tam hazırlayıp monte edemedik takıma, artık Barosun sakatlığıyla birlikte Elanonun takıma monte olması çok önemli hale geldi.
Kewellın attığı gole şapka çıkarıyorum, o topu tavana asmak her yiğidin harcı değil tebrikler Oz büyücüsü. Tebrik ve övgülerden yola çıktık bir övgü de Muhsin Ertuğral a gelsin maç sonu açıklamalarındaki olgunluk ve ileri görüşlülükten dolayı. Türkiye şartlarında alışık olmadığımız bir açıklama, umarım Muhsin hoca kalıcı olur Sivasta ve Sivas antipatik görüntüsünden kurtulup modern bir kulüp haline gelir.
Övgülerden sonra eleştiri gelir genelde. Ama ben eleştiri yapmayacağım, hakaret edeceğim. Öncelikle Ercan Saatçi denen densizi spor haberinin başına getiren Ertuğrul Özköke, sonra Hürriyet Gazetesine, Metin Özülkü denen şerefsize ve en son da o... çocuğu Ercan Saatçiye. Küfüre karşıyız ama bugün Ercan Saatçiye edilen bütün küfürleri canı gönülden destekledim. Fener medyası gerçeği bugünkü provokatif Elano haberinde de göstermişti kendini Hürriyet Gazetesinde, bundan sonra da devamı gelecektir. Galatasaraylılar olarak bilinçli olup gaza gelmememiz gerekiyor. O gazeteyi de bundan sonra okumayı düşünmüyorum nokta. Bu da benden size gelsin..

28 Ekim 2009 Çarşamba

Elano ve Bucaspor Maçı


Maçın son 20 dk sını izledim sadece, gerçekten çok hastayım (hatta domuz gribi olabileceğimi düşünmeye başladım). Elanonun kırmızı kart gördüğünü öğrenince çok moralim bozuldu açıkçası. Elano transferi olduğunda Elanonun sistemde çok önemli bir oyuncu olacağını düşünüyordum ve izlediğimiz hazır olmadığı ilk maçlarında bile klasıyla gol-asist yapıyordu. Ama şu son maçtaki penaltı nasıl bir mental düşüşte olduğunu gösteriyor. Fizik olarak hazır şu anda, ancak gergin ve istediklerini yapamıyor; daha dorusu ne istediğini bilmiyor belki de. Hem daha önceki örnekleri hem de bu örnek üzerinden düşünürsek Elanoyu neden kaybetmememiz gerektiğini daha iyi anlayabiliriz. Hem sportif hem maddi olarak böyle bir kayıp çok kötü olur bizim için. Bu yüzden artık kazanmalıyız Elanoyu. Sene ortası oldu hala takıma adaptasyonunu sağlayamadık. Hem yönetimin hem de teknik heyetin devreye girip futbolcularla da konuşup bu kaynaşmayı sağlaması lazım..
Bir de Devler Ligini izliyordum, eğlenceli bir şov programı olduğunu düşünüyorum. Ardanın gelip de o maçı izlemesi şaşırttı beni. Yapacak daha iyi hiç mi bir şeyin yok, extra antrenman yapmayacaksan bile en azından adam gibi eğlen yani.. Kaptan belki de gerçekten çok genç henüz, bilemiyorum..

26 Ekim 2009 Pazartesi

Derbi

galatasaray maçı neden kaybetti sorusuna verilecek cevap çok fazla aslında. barosun sakatlığı takımı aşırı etkiledi, rakipte kazımın yaptığı hücum presini nonda yapamadı/yapamaz. kewell girsin demiştim içimden, belki erken ama keita-kewell-arda-elano dönmeli şekilde oynarlar diye umut ederek. olmadı belki bir fanteziydi benimkisi sadece.. ayhanın özellikle 2. yarı berbat futbolu. ama ayhanı suçlayamayız burda, 33 yaşındaki adamı orta sahada en fazla rotasyon elemanı olarak değerlendirebilirsin 90 dk performans beklemek kötü. defansın ağır olması ve kazımla bile boğuşamaması. leonun kötü gününde olması. ardanın ve keitanın beklenen performansın altında kalması. v.b v.b
ama bişeyi gözden kaçıramayız. kadıköyde feneri yenmenin yolu, o maçı gerçekten diğer 33 maçtan farksız görmekten geçiyor. daha maç başlamadan provoke olursak, biz kendi futbolumuzu empoze edemez onlara teslim olursak yenemeyiz.
daumu türkiye şartlarında tebrik ediyorum. nabza göre şerbet. anti futbolu yıllarca bu kadar desteklerseniz bu derbileri bu ortama getirirsiniz. bu ortamda da kazanana ödül veriyorlar sonuçta, tebrik etmek lazım fenerbahçeyi.
barosun sakatlığı çok kötü oldu, bu maçtan bağımsız ama yani en alternatifsiz adamımızdı..

Maçtan sonra pcliona yazdığım ama son anda yayınlamayıp kendi bloguma koyarım dediğim yorumum bu. Hızlı yazmışım ve imlaya dikkat etmemişim, özür dilerim öncelikle. Dokunmak istemedim çünkü kendimi iyi ifade ettiğim bir yazı olmuştu. Kısa, ama önemli. Kaybettiğimiz sadece bir 3 puan sonuçta, Rijkaardın basın toplantısından sonra dediği gibi eninde sonunda yeneceğiz Kadıköyde, zamanında 14 sene şampiyon olamadık nasıl birşey değişmediyse birşey değişmeyecek yine. Önemli olan ders almak..

Okul zamanı blogla daha çok ilgilenirim diye düşünmüştüm ama olmuyor işte, insan zaman bulamıyor ayıracak. Diğer blogları okuyacak vakti ancak buluyorum; kendi yazımı yazmak genelde zor. Biraz daha düzenli girmeye çalışacağım bloga, en azından resim+2 cümle şeklinde özet postlarla.

4 Ekim 2009 Pazar

Ankaragücü-Galatasaray

Bu yazının nasıl duygularla yazıldığını bu maçı izlemiş olan her Galatasaray taraftarı anlayacaktır. Elim hala kanıyor, nabzım 150 civarı ve klavyenin tuşlarına öldürmek istercesine basıyorum. Maçın yorumu nedir biliyor musunuz, disiplinden taktikten kopmaktır. Bencilliktir. Girdiğin pozisyonda içerde müsait olan arkadaşını tavsiye etmeyip şut çekiyorsan, defans oyuncun ilerde çalıma giriyorsa, buna rağmen buldugun fırsatları değerlendiremiyorsan laubaliliktir bu. Arda dedik kaptanımız dedik, örnek olması gerekiyor bu oyunculara; en başta o yapıyor bu dediklerimi. Bize burda sinirden ölmek düşüyor. Hayır bu maçın sağlıklı bir değerlendirmesi olmaz çünkü sağlıklı bir futbol yok ortada. Sakinleşme şansım da yok nasıl sakinleşirim ki ben ya 3-0 3-0 boru değil. Ceyhunu messi yapan defans oyuncularının arasında belki de en iyi görevini yapan Uğurumun yediği bacak arası ön plana çıkarılcak belki de. Zamanında sol açık oynamış Hakan Baltanın tek pası yerini bulmuyor, Türkiyenin en iyi sol ayaklarından birine sahip dediğimiz Canerin isabetli pası yok çizgide. Harry Cool desen ayrı alem. Baros ileride çıldırıyor pas pas diyor takımdan sikleyen yok. Mustafa Sarp çabalıyor ama sınırlı yeteneği. Ayhan deseniz 30 yaşında adam ve sakatlıktan yeni çıkmış, daha ilk yarıda oyundan düşmeye başlıyor ve Rijkaard adamı oyunda tutuyor (tamam zorunlu değişiklik de oldu ama ilk çıkacak adamdı belki de). Baros-Nonda değişikliği bu maçta ne verir ki, karşıda Ediz gibi bir stoper var.. Aydın bu şartlar altında takımın belki de en etkili, en dikine oynayan oyuncusu; o da son toplarda tekniğini konuşturamıyor. Elano Blumer takıma geleli kaç hafta oldu ve hala tam performansına ulaşmış değil, daha kötüsü Elanoya takımda mevki bulunabilmiş değil. Hayır kaç maçtır yazdıklarımı tekrar etmekten ben bıktım. Sorunlar belli çözmek bu kadar mı zor? Tamam Barcelona kadrosu değil bu derinliği sınırlı ama şu bahsettiğimiz problem oyuncularla alakalı değil, sistemle alakalı. Defans ve Forvet hatları çok kopuk, ilk 30 dk Ayhan dışında arada köprüyü kuracak oyuncu yok. Sırf bu yüzden Arda Turan ortada tercih edilmek zorunda çünkü en azından sorumluluk alıyor. Sırf bu yüzden Elano deplasmanlarda sol açık oynamalı, iç saha maçlarında ise tek önliberonun önünde Ardayla oynamalılar. Ama onu bunu geçtim; maçın detaylı analizini benden daha iyi yapacak birçok kişi var şu sorunun cevabını verebilir mi bana birisi:
Dünyanın neresinde şampiyonluğa oynayan bir takım yediği ilk golün etkisiyle 3 dk içinde 2 gol daha yer?

Goalllll #4



Zaten gündüz maçı oynuyoruz, fena halde tırsmaktayım gündüz maçlarının uğursuzluğuna inanan ve halı saha maçlarını bile gündüz oynamak istemeyen bir adam olarak, çok bilinen ama her izlediğimde de beni tekrar tekrar güldüren bir gol paylaşayım ve biraz eğleneyim dedim :) Umarım beğenirsiniz..

3 Ekim 2009 Cumartesi

Ankaragücü Maçı Kadrosu ve Yorum

Galatasaray'ın, Turkcell Süper Lig'in 8. haftasında deplasmanda yapacağı Ankaragücü maçı için Ankara'ya giden kafilesinde şu oyuncular bulunuyor:

Leo Franco
Aykut Erçetin
Uğur Uçar
Aydın Yılmaz
Barış Özbek
Elano Blumer
Arda Turan
Mehmet Topal
Milan Baros
Mustafa Sarp
Ayhan Akman
Harry Kewell
Shabani Nonda
Hakan Balta
Serkan Kurtuluş
Alparslan Erdem
Servet Çetin
Caner Erkin

Şaşırtıcı. Sağ kanadın deli çocuklarından bizden olan Sabriyle sonradan bulduğumuz Keita da yok. Emre Aşık yok. İyileşti diyorlardı Linderoth da yok. Tahminen Franco/Uğur-Servet-Balta-Caner/M.Topal-Ayhan/Aydın-Elano-Arda/Baros başlarız diyorum. Kewellı bu maçta kenardan değerlendirmeye çalışacaktır Rijkaard (daha doğrusu ben olsam öyle yapardım). Aydın Keitanın görevini alır ve aynı sistem devam eder. Her zamankinden daha ağır gözüken Baltayı da stopere koyup soldan Caner sağdan Uğurla kanatları destekleme planı yapacak gibi gözüküyor hocamız. Eğer Kewella başlarsak Elanoyu sağ çizgiye atıp Ardayı sene başındaki 10 numara mevkine geri çekebiliriz ama bu maçta bunu beklemiyorum açıkçası çok önermiş olmama rağmen çünkü Kewell formsuz ve yorgun ilk 11 başlayacağını sanmıyorum. Bu maçta tökezleyeceğimizi sanmıyorum çünkü her ne kadar son maçlarda takımın ayakta kalan en önemli ismi gibi gözüken Keita oynamayacak da olsa takım oyununu ortaya koyabileceğimize inanıyorum. Sağ kanatta Uğurun performansı kritik olabilir. M.Topalın ve Ardanın toparlanması lazım, Ardanın bu maçla eski performansına döneceğini umuyorum.. Maç öncesi skor tahmini yapmayacağım; rahat bir maçta az farklı bir galibiyet bekliyorum..

2 Ekim 2009 Cuma

Kazanmak..


Dün geceki maçlar bize futbolla ilgili bir ders verdi. Daha doğrusu bir düşünceye itti bizi. Maç nasıl kazanılır futbolda? Bu soruyu soracağınız en boş adam bile size gol atarak diyecektir. Ama bakıyoruz işte, futbol oynamayı gol atmayı arzulayan Galatasaray kazanamıyor; rakibi Sturm iyi kapanarak puanını alıyor. Maç boyu 2 pozisyonu olan Fenerbahçe maçı alıyor, en iyi tabirle sabırlı olarak nitelendirebileceğimiz bir şekilde. Bu da bizi ilk soruya verdiğimiz cevabı sorgulamaya itiyor. Günümüz futbolunda kazanmanın yolu golden geçmiyor mu yoksa?

Fenerbahçe maçının özetini izledim sadece, dolayısıyla yorumlarım Galatasaray maçı hakkında olacak. Demiştik ki son maç yazımızda Sturm maçında farklı bir Galatasaray izleyeceğimizden eminiz. Sahaya çıkan kadroda Galatasaray adına farklı olan şeyler vardı gerçekten de. Bir kere sene başında kafamızda kurduğumuz as kadroya en yakın oyuncular vardı sahada (Emre-Zan ve Ayhan-Linde saymazsak). Ve artık hep bahsettiğimiz sistemin oturmaya başladığını görmek istiyorduk. Modern futboldan örnekler görmek, ön alanda sürekli alan değiştiren oyuncularımızla Sturmun beynini döndürmek, geride hızlı paslarla oyunu çabuk açmak ve ayağa oynamaktı bizim takımdan beklentimiz. Takım da Eskişehir maçının rezalet son 15 dk sından sonra sisteme ihanet etmemeyi öğrenmeliydi. Bu şartlar altında Galatasaray üstünlüğüyle başladı maç. Ama gol olmadı. Sene başında yanımızda denilen şans terk etmiş gibi gözüküyordu bizi. Derken dk.45te uğursuz spiker hadi gol mü geliyor dedi ve 1 dk sonra kontrataktan golü yedik.. İşin şakası bir yana, yenilen gol sene başında şikayet edilen bir probleme işaret ediyordu mesela, ağır stoperler. Servetin nasıl yavaş kaldığını gördük bu maçta. Yanında da 35lik Emre Aşık olunca çok kapalı bir savunma oynamadığımız sürece pozisyon vermemiz kaçınılmaz. Eğer savunmayı geride kurarsak da oyunu çok geniş alanda oynadığımızdan doldur boşalta mahkum kalıyoruz. Ama gole rağmen ilk yarı Galatasaray futboluna kötü denilmezdi bence. Belki beklediklerimiz yoktu ama iyi şeyler vardı.
2. yarı goller lazımdı. Dolayısıyla takımın dizilişine ve oynayışına hücuma yönelik hamlelerde bulundu Frank Rijkaard. Kewell-Ayhan değişikliği bu yönde atılan ilk adımdı ve Elanonun ortaya geçmesi pozisyon zenginliği kazandırdı takıma. Bugünkü performansı Elanonun şu ana kadar ortaya koyduklarının en iyisiydi, fizik olarak ayakta kalabildiği tek maçtır bu sezon başından beri. Biraz daha güçlenirse çok faydalı olacağını gösterdi bize. Neyse maça dönersek Barosun kaçması fiziken imkansız bir golü kaçırdığı ve sonrasında da golü attığı dakikalar ve 2. gol için ataklarımız.. Doldur boşalt yapıldı mı, hayır. Takım organize bir şekilde gol aradı ve pozisyonları da buldu. Ama bazen olmaz, bugün de onlardan biriydi. Maçın objektif değerlendirmesini yapıp da Galatasaraya kötü diyebilecek kimseyi tanımıyorum ben. Beklentilerin altında denilebilir, beceriksiz denilebilir ama kötü değil kesinlikle. Bir planı ve bir amacı olduğunu hatırladığı maç oldu bu Galatasarayın. Demiştik ki Eskişehir maçında bu puan kaybı belki de iyi oldu. Evet iyi olmuş, takımımızı çok daha "doğru" oynarken gördük bugün. Ama gelemeyen gol bugün de skor yazarlarımızın iştahını kabartmış, gördük. Ben Galatasarayın çözülmesi gereken küçük sorunlar dışı çok doğru bir yapılanma içinde olduğunu görüyorum. Bu sene değildi hedefimiz bunu unutmayalım.

Şimdi iyileri saydıktan sonra maçta gözümüze çarpan problemleri sayalım kısaca, aklımızda en kalanlarından:
- Arda Turanın form düşüklüğü ve Hasan Şaşlaşma çabaları
- Mehmet Topalın sakatlık sonrası sendromu
- Hakan Baltadaki form ve fizik düşüklüğü
- Elanonun hala tam olarak fizik hazır olmaması (golün asistini yaparken yediği şarjla 15 metre uçması mesela)
- Takımda Elano-Arda ikilisinin mevki ve görevlerinin kesişmesi ve 2sini de baltalaması
- Kewellın mental olarak hazır olmaması
- Sabrinin mental olarak hazır olmaması ve olamayacak olması (direkten dönen pozisyonda Keitanın önüne atlayıp ayağı kayarak vurması ve içeride bomboş duran Barosu çıldırtmasını spesifik bir örnek olarak verebiliriz)
- Stoperlerimizi düşük top tekniği ve yavaşlığı
- Statik oynamamız (topu alan oyuncuya yardıma gelen ve boşalan alanlara kaçan oyuncular olmaması takımı yan pasa itiyor)
Teknik kadro olarak da futbolcu kadrosu olarak da bu sorunları çözebiliriz aslında. Bundan dolayı bağırmıyoruz, üzülmüyoruz. Bundan dolayı geçtiğimiz senelere göre daha tahammüllüyüz. İlk paragrafa bağlayalım. Bir futbol sevdalısı olarak benim futbol denilince akla ilk gelen şey olan golden vazgeçmem mümkün değil. Oynamadan kazanmak, yarım sıfır olsun bizim olsun mentalitesi benim kafa yapıma ters. Eğer futbol oynanıyorsa bu hem zevk almak hem zevk vermek içindir. Erman Toroğlu şişme kadın-yapay saha benzetmesinden yola çıkarak oynamadan kazanmak-şişme kadın diyebiliriz biz de (seviyeyi düşürmemek amacıyla bu geyiği fazla uzatmıyoruz). Yani baştaki soruya vereceğimiz cevap, kazanmak sözcüğünden ne anladığımıza bağlı. Günü kazanmayı mı istiyoruz, yoksa geleceği mi? Kazanılan ya da kaybedilen bir çatışmayla savaşı kazandık ya da kaybettik diyemezsiniz. Dolayısıyla bu maçlar üzerinden de kazanmak ve kaybetmek yorumlarına ulaşamayız. Sadece bazı gerçekler var ortada ve bunlar üstünden yorum yapabiliriz, fazlası için erken..

1 Ekim 2009 Perşembe

Graphjam

30 Eylül 2009 Çarşamba

Happy Birthday to you



İyi ki varsın :d

28 Eylül 2009 Pazartesi

Galatasaray 1-1 Eskişehirspor



Sami Yen sezonunu açtığım ilk maçta ilk puan kaybını yaşadık.. Maç öncesi zaten başımıza birçok şey geldi, yarın öğleden sonra detaylı yazı yazarım. Ama şunu belirtmeliyim ki bu puan kaybı bir bakıma olumlu oldu ve rehaveti aldı deyip bugüne ertelemiştik yazıyı. Öncelikle maç öncesi hikayesinden başlayalım. Arkadaşla birlikte bir başka arkadaştan bilet alacağız diye gittiğimiz maçta adamın bize biletleri sattım demesiyle mal gibi ortada kalıp karaborsa alemine akmak zorunda kaldık. 2 saatlik arama boyunca öğrenci bütçesine uygun fiyattan bilet bulamadık, en sonunda 60 liradan eski açık alacaktık. Derken bir başka adamla anlaştık ve bilet almak için arkadaşla gittiler. 5 dk sonra tel adam bıçak gösterdi parayı aldı diye.. Şans eseri liseden arkadaşlarla karşılaştım da hem ben girdim hem de şoktaki arkı soktuk içeri. Zaten 138 devresinden bir abinin ölüm haberiyle üzücü açtığımız günde kötü bir iz oldu bu.

Maçı yeni açık alttan izlemem dolayısıyla maçtan pek de birşey anlamadım açıkçası. Ancak sonuçta bu ligi takip eden herkes gibi hem Galatasaray hem de Eskişehir kadrolarını biliyoruz. Eskişehirin sağlam ağır çakılı defans oyuncuları ve ileride kaliteli golcüleri var, genelde de doldur boşalt temelinde bir futbol oynuyorlar. He, bu taktik hala Türkiye liglerinde başarılı oluyor mu oluyor, o ayrı. Galatasaray kadrosunda Nonda tercihi ve Uğurun solda başlaması şaşırttı beni. Ayrıca kazandığımız maçlarda da hep söylediğimiz Sarp-Topalın aynı işi yapması ve birbirlerini olduklarından da kötü göstermesi durumu yine göze çarptı. 2 ön liberonuz da stoperin arasına giriyorsa hücumda 1 buçuk kişi eksiksiniz ve reboundlarda da topun rakipte kalmasını göze alıyorsunuz. Nonda-Baros tercihinde ben her ne kadar Nondanın Barostan daha büyük golcü oldugunu düşünsem de yaş, sakatlık, kondisyon gibi etkenler Barosu ön plana çıkarıyor. Tamam Nonda formdaydı ama yine de extensorun yazısında söylediği gibi özellikle bu maç özelinde çok yanlış bir tercihti bu. Bir de Uğurun sol bek oynatılması var. Canerin oynamama sebebini Kasımpaşa maçında 2 attacker bekin arkada bıraktığı boşluklar olarak görüyorum ama, o zaman Sabri kesilse ya da Hakan solda kalsa olmaz mıydı? Tabii ki varsayım bunlar, sonuçta Rijkaardın 10da 1i kadar bile futboldan anladığımı iddia etmiyorum..

Yine de rakip takımın orta sahasız oyunu sonucu çok üstün bir ilk yarı geçirdik. Pozisyon vermedik ve Keitanın müthiş hareketi ve Vuckonun o hareketin etkisiyle topu saygıdan bırakması sonucu Nondayla golü de bulduk. Eskişehirin pozisyonu da yoktu aslında. Ama takımda bir sorun olduğu belliydi. Aslında bir değil birkaç sorun vardı. Kewellin etkisiz oyunu: hem kanat ataklarında hem de ortadan destek konusunda etkisizdi. Sabrinin eski günlerini andırması: ortaları da pasları da felaketti. Mehmet Topalın Ayhan olamaması: top tekniği yok abi adamda zorlamayalım olmayacak. Uğurun sol ayağını kullanamaması: sağ kanattan yaptığı işleri yapıp son topu çıkaramaması sinir bozuyordu. Takımın Barcelonadan çok gününde olmayan bir Arsenali andırması: geride pas pas pas, ancak pozisyon bulamıyoruz. Ardanın gereksiz çalımlara girmesi, Nondanın defans arasında kaybolması.. Belki de kazansak söylemeyeceğimiz birçok küçük detay şu anda bile aklımda berbat açıma rağmen.

2. yarı yediğimiz saçma sapan golden sonraki futbol ve kenar müdahaleleri değinmek istemediğim noktalar aslında, ama maç eleştirisinin de temelini oluşturacak kritik noktalar var aslında. 1.si doldur boşaltlar. Takımın 190lık defansa ve 205lik kaleciye doldur boşalt yapmasının altındaki ironiyi bırak, kurtulmaya başladığımızı sandığımız bu alışkanlığın başımız sıkışınca hemen hortlaması üzücüydü. 2. nokta da Rijkaard-Neeskens ikilisinin yaptığı ve yapmadığı müdahaleler. Çok eleştirdik Elanoyu bu blogda, gol attığında bile hazır değil dedim hep. Ama 60. dakikadan sonra her an bekledim Elanoyu. Arda bu kadar kötü oynarken bile tercih edilmemesi şaşırtıcı. Barosun da Nondanın yerine girmesi saçma. Tamam bir sistem var onu oturtmaya çalışıyoruz ama Barostan Nondanın yaptığını yapmasını beklemek saçmalık çünkü benzer tip oyuncular değiller. Baros defansı yıpratır, tekniği düşüktür, attığı kadar da kaçırır. Nonda defansın boşlugunu değerlendirir, dolayısıyla yorulmuş defansa karşı aklıyla ve golü koklayışıyla iş yapar. Yani maçı kazanmak amacı göz önünde bulundurulup 2si birden oyunda tutulabilirdi ama sistemi daha önemli buldu Rijkaard ( bu bir eleştiri değil). Kewell'ı Skibbe döneminde 60-70 dk üzeri kullanmazken şimdi rotasyona dahil etmeyip 90 dk oynatıp adamı bu kadar vasat hale düşürdükten sonra Aydını almak da yanlış oyuna. Çünkü Aydın da Baros da açık alan adamı. Son dakikada kapanan takıma karşı ne yapabilirler ki..



Sonuçta psikolojik avantajı rakibimize verirken bir yandan da her haftaki 7de 7 8de 8 stresinden kurtulduk. 10. haftaya 9da 9 girilse Galatasarayın yenileceğini düşünüyordum ben, o maç açısından bu maç hayırlı oldu. Bir de sistemin öneminin kavranması açısından futbolculara izlettirilecek ders niteliğinde maç oldu Rijkaard adına. Doğru kazanımlarla mağlubiyeti galibiyete dönüştürecek formülleri gösterebilmektir liderlik. Bizim teknik ekibimizin önümüzdeki 3 günde oyuncuları Sturm maçına gayet iyi hazırlayacaklarını ve o maçın bundan farklı olacağını düşünüyorum. Son bir yorum da eski açıkta maç öncesindeki koreografiye gelsin, biz bu işi biliyoruz arkadaş. Alpaslan abiye de selam olsun burdan..

(Yazı biraz gecikti geceye sarktı, dün biraz soğuk almışım yattım eve gelince okuldan özür dilerim takipçilerden :)

27 Eylül 2009 Pazar

22 Eylül 2009 Salı

Kasımpaşa 1-3 Galatasaray: 8de değil 88de



İlginç, konuşmaya pek de değmeyecek bir maç oldu benim gözümde. Çok erken koparıp şov ve fark olabilecek maç gerçekten şok edici bir kararla 80 dk uzatıldı. O pozisyonda el olduğunu görmesen bile topun adamı geçtikten sonra geri dönmesi için el dışı bir ihtimal olduğunu anlayıp yorumlayabilmen gerekir. Ama maçın tombul hakemi İlker Meral bu pozisyonu bile göremedi. O kararın takım üzerinde yaptığı olumsuz bir etki oldu sonrasında, hadi hemen golü bulalım havasında çok da ciddiye almamaya başladı oyuncular savunma görevlerini. Kasımpaşa her ne kadar 0 puanla ligin dibine demir atmış bir takım olsa da oyuncu kalitesi olarak çok da kötü bir takım olduğunu iddia edemeyiz. Özellikle Dc/Fc Azar ve Delgadonun anne bir baba ayrı kardeşi Moritz (sakin olun salladım sadece :) hücum hattında oyuncularımızı zorlayacak yeteneğe sahip oyuncular. Ve işte dakika 26da Sabrinin ilerde kaldığı pozisyonda Kewellin ve Canerin gerekli desteği de verememesi çok kolay bir gol yememize sebep oldu. Rijkaardın bugüne kadar uygulamaya çalıştığı sistem adına şaşırtıcı olan şey bir ofansif bir defansif bek anlayışından vazgeçip 2 ofansif bekle çıkarmış olmasıydı takımı. Eğer Hakan dinlendirilmek isteniyorsa Sabri de dinlendirilip Uğurla başlanabilirdi belki, neyse sağlık olsun. İlk yarı boyunca Kasımpaşa resmen bizimle başabaş mücadele etti ve açıkçası tehlikeli 1-2 pozisyon daha buldular. Bizdeyse Arda inanılmaz pozisyonları harcadı :) Ardanın performansı Galatasaray açısından önemli ve Arda bu sistemin sol kanadında rahat değil, çünkü 4-4-2nin sol kanadı olarak oynamaya alışmış. Arda bu sistemde ortada rahat ediyor ve bu maç sahaya çıkan kadro özelinde Elano sağda Arda ortada Kewell solda olarak tercih yapılsa daha verimli bir hücum olabilirdi.



2. yarı değerlendirmesinden önce bilet fiyatları konusuna değinmek gerekiyor. Kombinesi 100 lira olan bir kulübün tek maç biletinin 120 lira olmasını açıklayacak en hafif tabir işgüzarlıktır. Adnan Polatın bu duruma tepkisini çok takdir ettim, taraftarla da sorun yaşamadan tam tersine gollerde kucaklaşarak güzel bir maç izledi sanırım kendisi. Aklıma gelen bir düşünce de Özhan Canaydın aynı hareketi yapsa o tribünde başına ne gelirdi acaba? Liseli olmadığı için her ne kadar bir grubun Adnan Polata tepkisi olsa da Galatasarayın çıkarları en önemlisi ve bunları koruyan bir başkana sahip olmak liseli bir başkana sahip olmaktan daha önemli bir nokta olarak ön plana çıkıyor.

Geçenlerde bir sitede yapılan ankete göre Galatasaray taraftarı olarak sezonun en büyük transferini Frank Rijkaard olarak nitelendirmiştik. Aslında sadece Rijkaard deyince ben Neeskens, Roca ve adını unuttuğum diğer insan başta olmak üzere bütün Floryadaki ekibe haksızlık yapmışız gibi hissediyorum. Keita ve Nonda 2si de Afrikalı ve Fenerbahçenin sevdiği türden oyuncular olmaları nedeniyle çok iyi arkadaşlar takımda. Ana dilin aynı olması da etkili tabii ki. Aslında bana göre çok da kötü oynamayan 2 oyuncunun, Baros ve Elanonun yerine girdiler 2. yarının başında. Oyuncular kötü oynamıyordu belki ama takıma heyecan gerekiyordu, hani diyor ya Zidane Every team needs the spark diye aynen öyle. Takıma o kıvılcımı verecek adam da Abdul Kader Keitaydı. Nitekim Ali Güneşin 2. kırmızıdan yeşil kart alıp saha kenarında tedavi gördüğü anlarda Keitanın Lincolne nazire yaparcasına attığı no-look pasla aradığımız golü bulduk. Bu dakikadan sonra seyyar TD Yılmaz Vural hocamızın taktikleri devreye girmeye başladı. Kenardan oyunculara zaman geçirmeleri yönünde işaretlerle yönetmeye başladı takımını. Kasımpaşa bu dakikada çok üst düzey bir negatif futbol oynadı. Maçın yine ilginç enstantanelerinden biri Keita-Sancak kapışmasıydı. Keitanın sezon başında Antep maçında yüreğimizi ağzımıza getiren dilinin boğazına kaçması olayını hatırlıyoruz, aynı bölgeye vurmaları gerçekten futbol ahlakına uymayan bir davranıştı. Keitanın da siniri bozuldu bu dakikalarda. Keita zaten kol-bacak uyumu pek gelişmemiş bir arkadaşımız, bu pozisyon sonrası yüzü gözü de oynamaya başladı ve sinirden kaskatı kesilmişti omzu sırtı.. Rijkaard o taç çizgisinde olan pozisyon sonrası Keitayla ufak bir konuşma yaptı ve onu rahatlatıp sol kenara attı. Bu dakikadan sonra ataklarımız yine başladı ama gol geciktikçe gecikti. Derken dakikalar 88i gösterirken Ardanın ortasında topun gideceği yeri çok iyi sezen Nonda koşusuyla golünü attı ve maçı aldı. Yine de bir burukluk vardı içimizde, gol ortalamamız düşüyor diye.. Nonda bu burukluğu da sezdi ve golden sonra moral motivasyon olarak dağılmış Kasımpaşaspor defansının hatası ve Keitanın ikramıyla hem hat-trickini tamamladı hem de gol ortalamasını korudu. Maçla ilgili sanırım son 2 haftada 25 kez söylediğim bir şey daha var, M.Topal ve M.Sarp birbirlerine benzer oyuncular olmaları nedeniyle birlikte verimli oynayamıyorlar ve Ayhan iyileştiyse kesinlikle formayı almalı (gelecek sezon da o mevkiye kaliteli bir yabancı alınabilir).

Şu anda ligde 6da 6 yapmış 2 takımız biliyorsunuz; Galatasaray ve Fenerbahçe. Sezon öncesi 2 takım her ne kadar şampiyonluğun en büyük favorileri olarak gösterilseler de bu kadarı beklenmiyordu sanırım. 2 takımın da kötü oynadığı maçlar oldu (özellikle Fenerbahçenin iyi oynadığı maç saymak zor) ancak kazanıyorlar. Bu gidişatın yarattığı heyecan ve çekişme bence yeterli, bu işin içine Federasyon, hakemler, medya falan girmeye çalışmasın. Ama biliniyor ki eğer bir şekilde destek olmazsa aslında diğer takımlardan çok üstün dediğimiz bu 2 takımın kendi içinde de bir takım diğerine göre çok üstün. 2 takımdan da 9da 9 görme ihtimali beni heyecanlandırıyor, bakalım göreceğiz..

18 Eylül 2009 Cuma

Pana 1-3 Galatasaray: Grup liderliği(?)


Bloga girme sorunundan bahsetmiştik bir önceki yazıda ve yardım istemiştik, Bülent Abi sağolsun blogunda yayınlamış bir şeyler ve yorumlarda yazılanlar da var yani şimdilik çözmüş gibiyim o sorunu. Yazamadığımız dönemde sezonun ilk iddaa kuponunu yaptım (merak edenler için Marsilya-Milan maçından yattı, ah Inzaghi ah!), forma ve atkı aldım (mor Keita, Metin Oktay), Ankaraspor küme düşürüldü, yapılan grip aşısı sonrasında Servetin grip olması gibi trajikomik bir durum yaşandı. Iddaa kuponundan ve dikkat çeken maçlardan ara ara bahsederiz zaten, Ankaraspor konusunda da süreç ve yaptırım tam olarak kesinleşince yazı yazacağız. Dolayısıyla kaçırdıklarımız arasında en güncel olan Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarından geri dönüş yapalım zorunlu nedenlerle kesilmiş olan blogger kariyerimize.
Maçın Tnt de yayınlanacak olması beni sevindirmişti ancak Tntnin Digiturkte olmadıgını ögrenince yok artık D-smart dedim. Nasıl bir cinliktir bu arkadaş.. Neyse ki bizim evde 2 tv var ve diğeri kablolu, kaç yıldır kablolu ilk kez bir işe yaradı :) Yine de maçın başını kaçırdım çünkü kanalı aramakla geçti bir süre. Galatasarayın golü de bu süre içinde geldi. Tekrarlarından anladığımız golün Barosun topu inanılmaz bir güçle ve hızla taşıyıp ortalaması sonucunda topu uzaklaştıramayan oyuncunun Elanoya hediyesi olduğunu anladık sonradan izleyince. Erken golden sonra aslında benim kafamda Beşiktaş maçı canlandı ve benzer bir maç izleyeceğimiz tahmininde bulundum, ki zaten öyle oldu büyük oranda. Orta sahanın ortasında 2 yönlü oyuncu olarak nitelendirebileceğimiz, Sarp/Topal ile Arda/Elano arasında bağlantıyı kuracak 2 yönlü oyuncu takımda sadece Ayhan Akman ve biraz Barış. 2si de oynamayınca son 3 maçta yaşadığımız sıkıntıyı yaşadık, topu defanstan ileriye aktarırken sorun yaşıyor, çok yan pas yapıyor ve sonunda şişirmek zorunda kalıyorduk. Arda olduğu zaman geriye gelip top alıyor, Elano onu da yapmadı. Bu durum da top yapmamızı engelledi. Ama bu durum bir Ankaraspor maçında sorun oluştururken Beşiktaş ve Pana maçlarında bir bakıma lehimize bir sonuç doğurdu. Çünkü Sarpın ve Topalın çok defansa girmesi 6 kişilik alan bırakmayan bir defans bloğu bıraktı ve rakibi de ileri çekerek kontratak şansı verdi ilerideki kaliteli futbolcularımıza. Tabii ki erken gelen gol olmasa bu böyle olur muydu, tartışılır.. Ama işte bahsettiğimiz şekilde bulduğumuz çok net pozisyonlra vardı ilk yarıda Barosla, ama değerlendiremedik ve 0-1 bitti ilk yarı. İlk yarıda şaşırtmayan bir diğer olay da Emre Güngörün oyundan çıkmasıydı, sakatlığının tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama ya tam iyileşmeden oynatılıyor ya da çok ciddi bir sakatlığı var ve bundan sonra Galatasaray defansında yedek olarak bile düşünülemez.
2. yarının hemen başında bulduğumuz güzel gol maçı bizim adımıza perçinleyen olay oldu bence. Attığı ilk gol ve bu goldeki pasıyla Alexi anımsattı Elano, extensor da değinmiş. Ama benim bildiğim ve Avrupada izlediğim Elano Alex gibi bir oyuncu değildir, çok top istemese de kendini unutturmayı bilir. Shakhtarda bir çok maç sağ açık oynadığını da düşününce, sanırım hala yazın antrenman yapmamış olmanın eksikliğini hissediyor. Yine de bu maç onun açısından iyi oldu. Moral ve güven buldu diyebiliriz. 2. golden sonraki dönemde Ten Cate takımı biraz daha ileriye taşıdı ve Ninis başta olmak üzere gol umutlarını sürdü oyuna. Rijkaard-Ten Cate ilişkisine de daha önce Neeskens yazımızda değinmiştik kısaca, maç öncesindeki esprili diyalogları da bu maçın tadı tuzu olarak değerlendirebiliriz :) Bu dakikalardan itibaren Pana atak yapmaya başladı ve sakatlıklar sonucu garip bir hal almış olan defans hattımız defans arkasına atılan paslarda zorlanmaya başlandı. Rakip takımında maç öncesinde Keitaya benzer bir stili olduğu söylenen Leto dikkat çekti ama Sabri bana göre onu savunurken çok iyi iş yaptı. Derken Galatasaray bu sene 3ün altında atmaz kuralının sonucu olarak mantıksız bir şekilde 3ü bulduk ve yaptığımız oyuncu değişiklikleriyle son dakikalarda topu ayağımızda tutup fazla pozisyon vermemeye çalıştık. Topu ayağımızda tutma kısmını bir yere kadar yapsak da pozisyon verdik bayağı ve kalemizde golü gördük. Geri kalan kısımda Franconun kurtarışları ve defansın geçit vermeme çabaları vardı, başarılı da oldular ve Atina'da Yunanı denize döktük..:)
Maçta iyi bir futbol oynamadık, Keita ve Kewellı beğenmedim özellikle orta sahaya destek olmadılar yeterince. Ama iyi oynamadığımız maçı kazandık ve net bir skorla kazandık. Franchi Netanya maçı sonrası sanırım demişti ki, küçükken gıpta ettiğim gelene 5 gidene 5 sallayan büyük takımlar gibiyiz. Bu maçı da o açıdan değerlendirebiliriz. Büyük takım her zaman iyi oynayamayabilir, ama her zaman bir şekilde istediği skoru elde eder. Maça dair alakasız 2 not; Sabri Ugan, Lö Franco ne abicim? Bu adamla bir otelde karşılaşmıştık bir kez ve oğluyla arkadaş olmuştum, iyi bir adamdır ama spikerlik için yetmiyor. Barosla Kewelli karıştırıp durması da ilginçti. 2. not da Pana tribününe, ilk 13 dk yaptığınız olay takdire şayandı, biz bu olayı geçen sene Alpaslan abinin ölümünden sonra bile bu kadar yapamamıştık dürüst olmak gerek. Sonraki dakikalardaki destekleri de çok iyiydi, ama kalecilerini yuhalayarak bir - puan aldılar bizden..

17 Eylül 2009 Perşembe

???

Kaç gündür blogger.com bağlantılı hiçbir siteye giremiyordum, ancak şimdi girebildim. Galatasaray-Beşiktaş maçı öncesinde de yaşamıştım bu sorunu, ama daha önce olmamıştı hiç. Benzer bir sorun yaşayan arkadaşlar varsa ve çözümünü biliyorlarsa yardımcı olabilirler mi çünkü hem aklınıza gelen birşeyi yazamamak hem de 2-3 gün boyunca okuyabileceğiniz tek sporla ilgili makalenin Hürriyet Gazetesinde yayınlananlar olması insanın sinirini bozuyor..

12 Eylül 2009 Cumartesi

Galatasaray 3-0 Beşiktaş: Sezonun Gerçek Açılışı


Maç öncesi ve sonrası maça dair tüm izlenimlerim bu başlıkta olacak, takipte kalın :)
Bilgisayarimin diger tum sitelere girerken bloggera girmemesi sonucu ne mac oncesi ne de bu saate kadar yazi giremedim, ozur dilerim yazar olarak sorumlulugumu yerine getiremedigim icin.. Ipoddan girmek ancak bu saatte aklima geldi, ancak buradan da ciddi bir mac yazisi yazmak imkansiz. Galatasarayin olusu kartala yetti de artti diyelim, mac yazisini bilgisayarin inadindan vazgececegi saate birakalim..
Maç öncesi yazmayı planladığım yazıda Galatasarayın beklenen Mustafalı Mehmetli kadrosunun orta sahada bir zaafiyet ve kopukluk oluşturabileceği fikri üzerinde duracaktım, Xavi-Iniesta çift yönlü oyuncu ve Ayhan Akmanın futbolcu özellikleri üzerinden giderek ve Barış'ın ilk 11 başlamasının daha olumlu olabileceğine değinecektim. Yine de Galatasarayı daha şanslı gördüğümü ve 2-1 ya da 3-1 gibi bir skorla kazanacağımızı tahmin ediyordum. Ve yazının sonunda da 5te 5 yapın sizi sevenleri üzmeyin baba şeklinde bir temennim olacaktı, Metin Oktay üzerinden yeni Metinimiz olmasını dilediğimiz Arda Turan'a. Beşiktaş kadrosu üzerinde ise sadece varsayımlara dayalı tahmin yapacaktım ve sahaya çıkan kadro da çoğu kişi gibi beklemediğim bir kadroydu.
Kalede Rüştü sakatlıktan yeni çıkmış, orta sahada 2 Almanı bozmuşsunuz, sağ kanatta Serdar, Tabata direk forma bulmuş, ileride "pivot forvet" Nihat Kahveci, sol bekte 18lik İsmail. Yorgun olmayan bir Galatasaraydan 15dkda 3 gol yiyebilecek bir kadroydu bu aslında. Ama maçın özellikle 2. yarının başındaki gidişat gösterdi ki eğer erken gelen duran top golü olmasa maç sıkıntıya girebilirdi. Mustafa Sarp buna benzer 2 gol daha atmıştı daha önce bu sezon bu 3. oldu, devamı gelir umarız. Golün aslında biraz daha falso alıp kendiliğinden girmesini tercih ederdim, Mustafa Denizliye sağlam gider olurdu :) Golde Rüştünün de tabii ki hatası var ama hazır olmayan yaşlı kaleciyi sırf tecrübeli diye formda genç kalecinizin yerine oynatıyorsanız sorumluluk biraz da sizindir. O tecrübeli kaleci size maçı da alabilirdi ama olmadı, olamadı. Haftaya girerken demiştim ki belki de Türkiyenin en büyük 2 TDsinin istifa/kovulma sürecinin başlangıcı olacak bir hafta ve o belki gerçek olmuş gibi gözüküyor.

Maçla ilgili objektif yorum yaparsak attığımız gol sonrası psikolojik rahatlama, yorgunluğun da etkisiyle geri çekilme içgüdüsü zaten 2 ön liberoyla oynayan takımı iyice geriye yasladı. İlk yarı Beşiktaşın da yanlış kadro dizilişi sebebiyle boğuk bir orta saha futbolu olarak geçti, Keita Galatasarayın sağından, Serdar da Beşiktaşın sağından zorladı rakibini. Hakan Baltanın Kewelldan yeterli desteği görememesi ve yavaş kalması Serdarın çok pozisyon bulmasına sebep oldu ama Franco çok başarılı bir maç çıkardı kalesinde. 2. yarıda Mustafa Denizli nispeten doğru değişikliklerle başladı maça. 2 stoper arasında ezilen Nihatın yerine Bobo ve takıma uyumsuz yeni transfer Tabatanın yerine orta sahanın kontrolünü ele geçirmeyi sağlayacak Fink. Galatasaray bu duruma karşı oyun planından hiç şaşmadı. Bu dakikalarda üstünlüğü rakibe versek de en çok korkmaya başladığımız dakikalarda gelen gol maçı almamızı sağladı. Barış değişikliğiyle de skoru garantiye alıp oyunu daha yavaşlatmayı amaçladık ve oldu da. Son gol de tamamen kendi organizasyonumuzdan geldi ve klas olarak nitelendirilebilecek bir goldü. Belki de futbol olarak sezon başından beri en kötü oynadığımız maçı rahatlıkla kazanmış olduk böylece. Beşiktaşlılar kendilerini şanssız olarak nitelendirebilir ancak 2 takım arasındaki kadro kalitesi farkı bunu gerektiriyordu zaten..
Takımda bana göre en başarılı oyuncular Sabri ve Francoydu. Francoyu ilerde duruyor aşırtma gol yiyor diye eleştirenler bugünkü birçok kurtarışında ve çıkışında önde durmasının ne kadar büyük avantaj sağladığını görmüşlerdir. Ben kalesinde duran kalecidense çıkıp oyuna dahil olan kaleciyi hep tercih ederim çünkü bana göre bu bir konsantrasyon göstergesidir. Tartışmalı bir pozisyona sebebiyet vermiş olsa da ben oradaki müdahalenin elle olan kısmının çizgide olduğunu pozisyonun devamında göğsüyle kestiğini düşünüyorum zaten o pozisyona kesin olarak şöyledir ya da böyledir diyebilecek bir insan olduğunu da sanmıyorum. Ve Sabriye gelirsek, sezon başında Uğur formayı ne zaman alır diye beklerken şu anda Sabri Milli Takımda Gökhanı ne zaman keser diye beklemeye başladık, bugün hem savunmada hem hücumda iyiydi, özellikle defansta çok kritik kademelere girdi. Sabri bu performansını ve yükselişini sürdürürse çok önemli bir oyuncu olur bizler için çünkü hem fanatik Galatasaraylı hem de üst düzey futbol oynayan bir oyuncu "bayrak adam" olmaya en büyük adaylardan biridir bizim için, Arda Turan örneğinde olduğu gibi. Maçı özetleyen başlığı Father Vic atmış, uyur gEZER şeklinde. Gerçekten uyuyarak ezdik 3. büyüğü ve 5te 5 yapmış olduk. Artık bizim hedefimiz 10da 10, ama tabii ki her maçı ayrı düşünüp o maç özelinde kazanmaya odaklanmalıyız..

Eurobasket 2009-Türk Milli Takımı


Türk Milli Basketbol takımı yolculuğuna bir açıdan zor bir açıdan da kolay bir grup ve fikstürle başladı. İlk maç Litvanya'ydı, Litvanya yıllardır Avrupa basketbolunun önde gelen ülkelerinden olmasına rağmen bu turnuvaya çok eksik gelmişti. Ayrıca bizim Milli takımımızın Litvanya'yı kurada çekme alışkanlığı var, daha önce de ilk maçta yenemediğimiz olmuştu Litvanya'yı. Bu açıdan zorlu bir eşleşme gibi gözüküyordu. İlk maçtaki performans diğer maçların sonucu hakkında da bize ışık tutacaktı. Çünkü Litvanya dışındaki rakiplerimiz bize göre bir alt seviye olarak nitelendirilebilecek takımlardı. Turnuva öncesi en büyük çekincelerimiz Tanjevic'in dengesizliği ve Mehmet Okur'un yokluğuydu. Bir de üstüne Kerem Gönlüm şoku eklenmişti bunların. İlk maçı bekliyorduk heyecanla takımın durumunu görmek için.
Litvanya maçı Türkiyenin belki de tarihinde ilk kez bir turnuvaya çok iyi hazırlandığını gösteriyordu. Hidayet, Ersan ve en önemlisi Enderin müthiş performansıyla tüm takım (Semih hariç) Tanjevicin liderliğinde aldı maçı ve biz de anladık ki bu gruptan 1. çıkacağız. 2. maçta Bulgaristandan korkan yoktu zaten bence, rahat geçtik. 3. maçta o maça kadar beklentilerin üstüne çıkmış olan ev sahibi Polonyayla oynadık ve onları da yine üstün oynayarak yenmeyi başardık. Bu maçta dikkat çeken bir nokta ilk 2 maçta kayıpları oynayan Semihin toparlanması ve Ömer Aşık'ın inanılmaz performansıydı. Ömer Aşık'ı Alpellada oynadığı dönemden beri takip ediyorum, hep Fenerbahçe niye A takıma almaz bu çocuğu derdim o zamanlar şimdi belki de NBA'e gidecek seviyede bir pota altı canavarı oldu.
Turnuva daha devam ediyor, ancak gruptan tarihimizde ilk kez 3te 3 yaparak 1. çıkmış olmamız hem kolay eşleşme hem de manevi anlamda takımı olumlu etkileyecektir. Hidayet gibi bir NBA yıldızı'nın liderliğinde bu takım belki de bu turnuvada büyük bir sürprize imza atacak. Umarım futbol takımımızda yaşadığımız hayal kırıklığını yaşamayız, ben yaşayacağımıza inanmıyorum çünkü basketbolda futbola oranla şans daha az etkilidir ve iyi oynayan kazanır genelde. Biz de bu turnuvada iyi oynayan takımlardan biriyiz, turları geçtikçe yazılara devam etmek dileğiyle bitirelim bu yazıyı..

9 Eylül 2009 Çarşamba

Bosna 1-1 Türkiye: Haksızlık..


Yazıyı yazacak moralde değilim şu an itibariyle, ama bu skorun Türk halkına ve Türk futboluna büyük haksızlık olduğu düşüncesindeyim. Türk futbolunun şu anki seviyesi bu grupta İspanyayla grup liderliğine çekişmeliydi, Kupaya bile gidemeyeceğiz.. Bu maçı ve oluşan bu durumun sebeplerini uzun uzun anlatacağız ama önce iyi bir uyku alıp soğumak istiyorum maç ortamından, haddini aşan sözler kullanmamak için..
(Basketbol milli takımımıza da değineceğiz yine gün içinde..)
Maçın başında Türk Milli Takımının istekli oyunu vardı. Takım sahaya golü bulmak ve rakibi boğmak için çıkmış gibiydi. Ve bulduk da o golü Emre Belözoğluyla.. Golü bulduk ama, bu iyi mi oldu kötü mü derseniz yorumum yok. Çünkü o dakikadan sonra futbolumuzda gözle görülür bir düşüş oldu, disiplinden koptuk ve çok fazla faul yapmaya başladık. Aslında bu fauller faul müydü tartışılır, sahada çok ilginç bir hakem vardı. Hakem bizi katletti diyemeyiz ama hakem maçı katletti diyebiliriz, çünkü 2 takım adına da çok tartışmalı kararları vardı hakemin. Ben hakemi çok başarısız buldum, ama bu puan kaybından birinci derecede sorumlu değildi bence. Neyse maç yorumunda kaldığımız yerden devam edelim. Faul yaptıkça top bizim sahamızda kalmaya başladı. Türk Milli Takımının takım savunması denen şeyde ne kadar başarısız olduğu ortada. Art arda pozisyonlar vermeye başladık bu dakikada. Ve sonunda faul olmayan bir pozisyondan çalınan faul sonucunda müthiş bir frikik golü yedik. Şimdi golün güzelliğinden başka bir noktaya değinmek gerekiyor. Amansız ol! ekolüne. Extensor aslında maçtan sonra çok güzel bir yazı yazdı bu konuda, onun cümlelerinden alıntı yapalım: "Yahu ağabey! Oldun kendi mantalitenle Avrupa üçüncüsü ve bize de tükürdüğümüzü yalattın… Evet, ben puan alamayız diyordum, 3. olduk. Ve bende yazdım işte, senin büyük hoca olduğunu falan… Herkese ispatladın bazı şeyleri. Herkesle yıldızında barıştı… Eeee neden gitmiyorsun yahu? Gideceğim deyip neden kalıyorsun? Kalma işte yeter, senin değil bu milli takım. " Fatih Terimin takım başında bulunduğu her dakika bu takımın bir futbol karakteri oturmasını engelliyor. Kaos futbolu dediğimiz futbol Türk futboluna hakim oluyor. Uefa Kupasını kazanan oyuncularımızın yaptıklarını yorumlarken diyoruz ki bu adamlar büyük oyuncu olmayı kaldıramadılar, kendi büyüklükleri altında ezilirken şişik egolar yetiştirdiler ve o yüzden nefret topluyorlar her gün. Ama aslında bu oyuncuların başındaki TDye bakmak yeterli. Fatih Terim karizmatik bir adam olabilir, iyi bir TD de olabilir kendi görüşüne göre. Ama antipati topluyor artık bu saatten sonra. Sahada Emre Belözoğlu kenarda Fatih Hoca olduğu sürece benim ve birçok insanın bu takımı kendi takımıymış gibi benimsemesi mümkün değil. Bu konuda daha fazla yorum yapmayacağım ama Fatih Terim motivasyon başlığı altında takımı çok geriyor ve oyuncuları da ülkeyi de yıpratıyor bana göre.
Oyunun ilk yarısında 2li sıkıştırmayla top aldırılmayan Arda sorumluluk aldı ve maçı almaya çalıştı. Ama Gökhanın kötü gününde olması, Sercanın şanssızlığı, direğin azizliği derken olmadı işte. Belki de olmaması gerekiyordu zaten, takım için hayırlı olanın olması adına.. Burada Dünya Kupası hayallerimiz söndü belki, ama doğru hamlelerle Türk Milli Takımının hak ettiği noktaya çıkarılması hayallerimiz canlandırılabilir. Takımdaki dead wood olarak nitelendirebilceğimiz unsurların arındırılması ve gerçekten hak eden oyuncuların forma bulması halinde Dünyada top 10 takımın arasına girebilcek bir kadroya sahibiz. Ben iyimser olmak istiyorum, bu maça takılıp kalmayalım ve geleceğe bakalım. Evet dünya kupasında yokuz, ama bundan sonraki Kupalarda bu durumu yaşamamak için gereken hamlelerin yapılması gerekiyor.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Arjantin 1-3 Brezilya: Tırnaklar..


Normalde gece 3 gibi en geç uyuyan bir insanım, saat 3 buçukta maç başlayacak olunca yarım saat daha dayanır maç sırasında da maçın heyecanıyla zati uyumam diyordum. Kalktık işte maça, tam televizyonu açtıgım anda başladı maç. Dk 1de Arjantin bir atak yaptı, o anda anladık ki Maradona takımı gol atmaya yollamış. Zaten gruptaki durum itibariyle Brezilya için olduguna oranla Arjantin için daha kritik bir maçtı, doğal bir durum bu. Neyse, bundan sonraki dakikaları şöyle özetleyebiliriz, Arjantinden şuursuz saldırı, Brezilyadan temkinli futbol. Arjantin'in sahaya çıkan kadrosu ilginç bir kadroydu; 34'lük Veron, Datolo, Tevez tartışılabilecek tercihlerdi Aguero Milito gibi oyuncular kenarlarda otururken. Messi de forvet arkasına koyularak bana göre sahanın ortasına hapsedilmişti. Ataklar olgunlaşamıyor, genelde Brezilya defansının göbeğinde işlerini başarıyla yapan Lucio ve Luisaonun vücudundan geri dönüyordu genelde.. Sonra bir frikik oldu, Brezilya Elanonun ortasında buldu golü. Maçla ilgili şuna dikkat çekmeden olmaz, Brezilya ilk 11inde 2 adet Süper Ligden oyuncu var: Andre Santos ve Elano Blumer. Elano sağ kanattaki oyunuyla bana şu izlenimi verdi, daha tam olarak hazır değilim dolayısıyla zor toplara girip sorumluluk almayayım; gerektiğinde birkaç hareketle gösteririm kendimi. İlk 2 golde de serbest vuruştan payı vardı, ama maç içinde etkisizdi. Andre Santos daha defansif bir görev aldı Fenerbahçedekine oranla ve sırıtmadı önündeki Robinhonun kötülüğüne rağmen.
2. yarı oyuncu değişiklikleriyle Arjantin biraz toparlansa da Brezilya hep oyunun hakimiydi. Datolonun müthiş golüyle farkı 1e indirseler de Kaka bu maçı vermeyeceğiz der gibi 2 dk sonra her şeyi bitiren pası verdi Fabianoya ve maça damgasını vurdu. Maçı zaten herkes ya tekrarından ya da canlı izlemiştir şu ana kadar, en azından golleri görmüştür. Maçla ilgili 2 nokta var dikkat çekilmesi gereken. 1.si Maradonanın yediği tırnakları.. Kamera ne zaman o tarafa dönse Maradona gergin bir şekilde tırnaklarını yiyordu. Bana göre teknik direktör dediğin adam saha kenarındaki duruşuyla oyuncularına güven vermeli, tırnaklarını yiyen bir adam sizi sadece daha da gerer. Her büyük futbolcudan büyük antrenör olmaz, bunu bir kez daha görmüş olduk. 2. nokta ise Arjantindeki Arjantin Liginde oynayan oyuncu sayısının fazlalığıydı. Defansın göbeğini Velezlilere emanet etmek riskti, bu risk biraz pahalıya patladı sanki. Ama Veronun hakkını vermek lazım, iyi oynadı. Sonuçta Arjantin kendi evinde yenilerek büyük yara aldı, Brezilya da Dünya Kupasına gitmeyi garantilemiş oldu. Arjantin de bir şekilde gider o turnuvaya da bu haliyle gidecekse gitmesin diyelim, her ne kadar yıldızlar toplulugu da olsanız bir düzen olmayınca başarı olmuyor..

6 Eylül 2009 Pazar

Türkiye 4-2 Estonya


Öncelikle Türkiye maçıyla başlayalım. Estonya gibi bir rakip karşısında bile alarm veren defans hattımıza dikkat çekelim öncelikle. Gökhan Gönül dışında hepsi Galatasaray oyuncusu ve bu maçta bana sorarsanız Gökhan ne defansla ne de Kazımla uyumluydu. Sabri yükselen form grafiğiyle formayı alabilir Gökhandan. Göbekte Servet ve Gökhan Galatasarayda defans kurgusunun biraz daha farklı olması dolayısıyla çekmedikleri yavaş kalma sıkıntısını çektiler Gökhan sakatlanana kadar. Yine de Servet toparlayıcı rolünü üstlendi ve birçok pozisyonu kesti. Solda Hakan da sakatlıktan yeni çıkmış olması dolayısıyla tam performansında değildi, keşke bu maçta dinlendirilseydi de Bosna maçında daha iyi performans sağlansaydı. Gökhan Zanın sakatlanması kötü oldu, yetişemeyecekmiş Bosna maçına.
Takımı taşıyan oyunculara bakalım şimdi. Öncelikle Arda Turan'dan başlamak gerek. Rijkaardın gelişiyle futbolunu hem teknik hem de liderlik açısından çok geliştirdigine dikkat çekmek gerek. Takımı taşıyan oyuncu görevini üstlendi bugün, ilk goldeki topu bırakışı, 2. golü yoktan var edişi, 3. golü atışı.. Ve sorumluluk almaktan hiç kaçınmadan oynadı Arda. Bir başka önemli isim Tuncay'dı. Tuncay'ın bugünkü futboluyla Fenerbahçedeki futbolu arasındaki fark bana kontrolsüz güç güç değildir deyişini hatırladı. İlk goldeki gol vuruşundaki soğukkanlılık da dikkat çekilmesi gereken bir nokta. Bunun dışında Sercan ve Emre dikkat çektiler. Ancak Emre-Hamit ve Kazım-Gökhan ikilileri çok uyumsuz gözüktüler, Bosna maçında Mustafa Sarpla başlamak daha doğru olabilir. Sonuçta zaten puan kaybetme lüksümüz olmayan maçı heyecan yaparak Türk işi aldık.
Sabaha karsı da Brezilya-Arjantin izleyip zevke geldik :) O maçın yorumları da ilerleyen saatlerde olacak iftar vakti yaklasıyor..

4 Eylül 2009 Cuma

Kolpalar


Bugün Hürriyette görmüştür herkes İlhan Söyler imzalı haberi. Yalan olduğunu zaten biliyorduk, kasıtlı olarak çıkarıldığını da bu tip haberlerin. Az önce Kapalı Tribünde okuduğum yazıya göre Shakhtarın resmi sitesinden yalanlama gelmiş. Yazıda İlhan Söyler Shakhtar Kulübü yöneticisiyle konuştuk diyordu, adı geçen yönetici açıklama yapmış; diyor ki neresinden sıktıysa o beni ilgilendirmez Türk taraftarları yanlış yönlendirmesin açıklama yapsın gazete. Ama böyle bir şey olacak mı, sanmıyorum. Çünkü bu haberlerin amacı belli, iyi giden Galatasarayda karışıklık yaratmak, takımın düzenini bozmak. Bu haberlerin hedef aldığı kitle de belli, genç Galatasaray taraftarları yani bizler. Hep deriz medya Fenerbahçeyi destekler diye ama, dezenformasyonun ve asparagas haberciliğin bu kadar yoğun olduğu hiçbir dönem olmamıştı. Aziz Yıldırım tarafından sezon başında start verilen 3 sene şampiyonluk planının medya ayağındaki neferleri canlarını dişlerine takarak çalışıyorlar anlaşılan. Tabii ki bu çalışmaları karşılıksız kalmayacaktır. Bir de Galatasaray muhabiri olarak geçinen adamların bu tip haberlerin altına imza atması koyuyor bana. Desene kardeşim ben kadrolu Aziz Yıldırım gazetecisiyim diye, neden hala Galatasaray muhabiri takılıyorsun? Başlığı kolpalar yapmamın sebebi bununla sınırlı kalmayacak olmaları (ki aslında daha önce çıkan Elano bedavaydı haberi var Bülent abinin doğrusunu açıkladığı). Belki bunu da bir seri yaparız, her kolpa haberde bir entry gireriz. Ama düşündüm de yok ya, günde 5-6 saatimi bloga ayırmam gerekebilir takım ve medya böyle devam ederse..

3 Eylül 2009 Perşembe

Gecikmiş bir 4. Hafta İncelemesi


4. haftanın sonunda ligin genel bir değerlendirmesi ve bu haftada oynanan maçların izlenimleri üzerinden sezon gidişatı üzerinde tahmin yürütme şansı doğdu bizlere. Bunun 2 sebebi var; 1. si artık sezonu gerçekten açacak olan ilk derbi maçın öncesindeki haftada olmamız, 2. si de transfer sezonunun bitmesiyle takımların kadrolarının netleşmiş olması. Sezon öncesi tahminlerde şampiyonluğun en büyük 2 adayı olarak gördüğüm Galatasaray ve Fenerbahçe firesiz kapadılar ilk 4 haftayı. Ama bu son haftaki performans 2 takım açısından da pek parlak değildi. Öncelikle Fenerbahçeyle başlayalım. Fenerbahçe karşısında diri bir Manisaspor buldu. İyi çalışmıştı Tarzanlar derslerine, Fenerbahçenin kanatlar üzerinden etkili olma planını engellemek için önlemleri vardı. Buna rağmen ilk 20 dk özellikle Kazımla pozisyon buldu Fenerbahçe. Ama oyunun devamında bu üstünlük ortadan kalktı, hatta Manisasporun art arda pozisyon buldu dönemler bile oldu. Maça heyecanın geldiği an Emre'nin kırmızı kartıydı. O dakikaya kadar Fenerbahçe adına en çok iş yapan adamdı Emre. Cristianın defansa çok yaklaşması ve Alexin hücumdan dönmemesi Emreyi orta sahanın ortasında tek başına bırakıyordu. Emre hem top kapıyor hem alana basıyor hem de oyun kuruyordu. Zaten sorunlu bir oyuncu olduğunu biliyoruz, kırmızı kartı bu durumun getirdiği fiziksel ve mental yorgunlukla adeta davet etti. Hem küfür hem de hakeme fiziksel müdahele.. 4-5 maçtan az olmamalı ceza. O dakikadan sonra maç değişti, sanki Manisasporlular biraz da puanı kopardık havasına girdiler. Ve Fenerbahçe golü buldu. Maç öncesi öngördüğüm senaryo erken Fener golü ve sonrasında gelecek Manisaspor golüydü. Manisaspor golü çabuk gelirse Fener farklı alır gecikirse 1-1 biter diyordum. Erken olmadı Fenerbahçenin golü ama devamı için aynı senaryoyu düşünebilirdik yine de. Ve dk 85 te Manisa golü geldi. Daumun oyuncu değişiklikleri sonrası tek Carlosa emanet kalan sol kanattan gelen art arda ataklardan birinin sonunda geçtiğimiz senelerde Trabzondan tanıdığımız Ergin attı golü. O dakikadan sonra 2 oyun planı olabilirdi Manisa adına, ya 10 kişi rakibine karşı kapanacaktı ya da 2. golü arayacaktı. 2sini de yapmadı aslında, ne tam kapandı ne de hücuma yöneldi. Tam kapansa büyük ihtimal berabere bitecekti ve açılsa da bundan kötüsü olmazdı bence. Orta sahada top gezdirirken kritik bölgede kaptırdılar topu, (ki maçtaki 3 golde çıkarken yapılan pas hatalarından kaynaklandı) ve Fenerbahçe son dakikadaki golle aldı maçı. Maçla ilgili kişisel bir detay, maçı 30 kadar Fenerbahçelinin içinde 2 Galatasaraylı izledik. Manisasporun golünde ben alkışlayınca yüzler bizim tarafa döndü, o anda bir tırsmadım değil. Extensor gibi vücut da geliştirmiyorum, hatta bayağı ufak tefek bir tipim. Yanımdaki arkadaşla birlikte 2. Manisaspor golü gelirse nasıl kaçarız şeklinde bir muhabbete daldık o dakikadan sonra, ama Fener golü geldi ve belki de dayaktan kurtulduk :D

Galatasaray maçına gelirsek, ilk 60 dakika adam gibi pozisyonu olmayan bir takım vardı sahada. Sezon başından beri her maç kalede tatil yapan Francoyu ilk kez zorladı rakip :) Görevini yaptı Franco. Rakipte Senecky de görevini yaptı aynı şekilde 2-3 kritik top kurtardı. Eğer bu maçın yazısını tek başına yazsaydım başlığım kilidi açmak olurdu. Çünkü Galatasaray uzun süre kilidi açamayacak gibi gözüktü, aynı ilk Tobol maçında olduğu gibi. Hatta daha da zor durumlara düştüğü oldu Röberin ekibi karşısında, uzun topu ilk kez bu kadar sık kullandığını gördük Galatasarayın. Fenerbahçenin genelde kilit maçlarda formülü bellidir: duran top ve kaliteli oyuncuların bireysel çabası. Bu yüzden bana hep biz galibiyet için ecel terleri dökerken Fener kritik anlarda golleri fazla kolay buluyor gibi gelmiştir. Bu seneyle birlikte sanırım (ve umarım) biz de golleri daha kolay bulacağız. Çünkü Rijkaardın gelişiyle birlikte ciddi bir duran top çalışması var diyoruz hep. Ve takımda da belki de hiç olmadığı kadar çok bireysel yetenekli oyuncu var. İşte kilidi açan gole bakalım; Ardanın kornerinde Harry Cool geçen seneki Olympiakos maçını hatırlatan bir gol attı. Sonraki gole de bakarsak Aydının mükemmel pası ve Nondanın uzun bir matematik hesabından sonra iç yan ağlara gönderdiği top. Maçı çözerken duran top ve bireysel yetenek dedik ama, bu sene bizim fazladan bir opsiyonumuz daha var: kenardan müdahale. Aslında Fenerbahçe için de bunu söyleyebilirdik ama o daha çok Semih özelinde bir durum. Bizde ise devreye teknik ekibin kalitesi giriyor. Sene başından beri her maçta 2. yarı takımda hava değişimi oluyor, oyuncular daha doğru daha iyi oynamaya başlıyorlar. Bu maçta da aynı durum ve üzerine kondisyon olarak yetersiz gözüken Elano, takımı ilk yarıda tek başına taşıdığı için yorulmuş Keita ve ciddi ciddi gol orucuna girmesinden korkmaya başladığımız Barosu çıkararak 3 doğru oyuncu değişikliği yaptı Rijkaard. Başka bir hoca olsa bu yıldızların isimlerinden çekinir çıkaramazdı belki de. Ama Rijkaard bu değişiklikleri yaptı ve maçı aldı. Şampiyonlar Ligi Finalinde de böyle yapmıştı, hatta flying dutchmanin bir yazısını hatırlıyorum konuyla ilgili. Sonuç olarak Galatasaray adına maçı alan kaliteydi, hem sahada hem de kenarda. Maçla ilgili ilgimi çeken bir detay da Ankaraspor'un forma rengiydi. Bu maçı da yine aynı mekanda izledim, yanımdaki 2 adam arasında şöyle bir diyalog oldu: 1. adam dedi ki Ankarasporun rengi mavi beyaz değil miydi, öbür adam da oğlum onlar Ankaragücüyle birleşti ya formaları aynı oldu artık gibi bir şey dedi. Gerçekten futbolumuz adına rezalet bir durum yaşanıyor, sezon başladıktan sonra olacak iş değil ama siyasetin oyunlarına kurban ediliyor futbol. Ankaragücü bu açıdan şanssız bir takım, kayırılıyor gibi gözüküyor ama aslında kaybediyor. Çünkü futbol sadece para değil, blogu açarken de bahsettiğimiz gibi ruh var işin içinde. Ben Ankaragücü taraftarı olsam bu durum çok üzerdi beni, onların da içlerine sindiğini sanmıyorum. Neyse, çok da hakim olmadığım bu konuya fazla girmek istemiyorum açıkçası çünkü bu kirli işler ne zaman sorgulansa altından daha kirli işler çıkıyor ve sonu gelmez bir bataklıkta buluyorsunuz kendisinizi. Federasyonun soruşturmasının sonucunu merakla bekliyoruz. Gs ve Fb ye dönecek olursak, Fatih Terim döneminde Galatasaraydan gördüğümüz kötü oynarken maç kazanma alışkanlığını 2 takım da bu sene kazanmış gözüküyor. Çok erken de olsa ortada bir gerçek var, bu 2 takım diğer rakiplerden kağıt üstünde daha güçlü ve futbol her ne kadar sürprizlere açık bir oyun da olsa bu 2 takımı biraz Beşiktaş dışında zorlamak zor gözüküyor..
Diğer takımlara ve maçlarına başka yazılarda değineceğiz, belki extensorun sezon öncesi yaptığı gibi inceleme yazıları da yazarız..

2 Eylül 2009 Çarşamba

Hasan Şaş, Ahmet Gökçek ve Ali Koç


Ankara maçı sonrası tvde Hasan Şaş vardı kanaltürkte. Serhat Ulueren ve Ahmet Çakarla birlikteydi, yani Galatasaray karşıtı muhabetin körüklenebileceği bir ortamdı. Hasan gergin gözüküyordu, bizim bildiğimiz neşeli renkli karakterinden uzaktı. Sanırım o da bir gaf yapmaktan ve Galatasaray taraftarıyla arasını bozmaktan korkuyordu. Programda gayet güzel konuştu, biraz da kendini aklamaya çalıştı. Sanırım sözlerine aldığı tepkiden dolayı biraz kırgındı, yanlış anlaşıldığını düşünüyordu. Ben Hasanı her zaman severim, tabii ki onu bir kalemde silip atmam ama sözleri hoş değildi. Çarpıttılar dedi, şaka yollu söylediğim bir cümleyi alıp manşet yaptılar dedi. Sanki bilmiyordun Hasanım bunların ne olduğunu :) Neyse onu geçelim, Hasandan Gökçek Jr.a nerden bağlayacak bu adam diyorsunuz konuyu sanırım. Ahmet Çakarla Hasan arasında şöyle bir diyalog oldu programda: Hasan kariyer planını ve Anadolu klüplerini çalıştırıp oradan Galatasaraya geçme isteğinden bahsediyordu, Ahmet Çakar dedi ki bence yorumcu kal Hasan hiç girme o işlere. Anadolu klüplerindeki yöneticilerden bahsetti ve baba zengini yönetici tiplemesi yaptı. İşte jipe binen, hayatta en büyük özelliği babası olan, vasıfsız, görgüsüz adamlardan bahsetti ve bu adamlar sana Hasan diyecek dedi. Bu tiplemeyi yaparken öyle bir anlattı ki, benim gözümün önüne 2 isim geldi: Ahmet Gökçek ve Ali Koç. Biri Anadolu takımı versiyonu, biri büyük takım versiyonu.
Önce Ahmet Gökçek'le başlayalım. Adamın tipini görünce bana kahvehane köşelerinde sürten mahalle delikanlıları geliyor. Bu adam mı koskoca Ankaragücü camiasını yönetecek? Ankara maçında tribünde olan olaydaki hareketlerini maçı lig tvden izleyen herkes görmüştür, hemen eller kollar sallanmaya başladı; olaya dahil olundu. Koskoca başkanın yapacağı bir davranış mı bu? Bir de o kıyafeti neydi öyle, düğüne giden genç gibi :D Annem kıro diye nitelendirmeyi tercih etti, üstüne fazla yorum yapmıyorum..
Ali Koç da bu tipin Fenerbahçe şubesi. Bir adam koskoca Koç ailesinin oğlu olur da bu kadar mı düz vasat bir tip olur? Konuşmaları, yaptıkları çok sıradan, çok gereksiz. Yine de tabii İstanbul şubesi olması dolayısıyla çok da kıro değil, sadece bayağılaşabiliyor bazen. Paraları sayesinde bir yerlere gelen insanlara gıcık olurum zaten, bu vesileyle buna değinmek istedim. İsterse kulübe 100 milyon versin Ahmet Gökçek ya da Ali Koç gibi biri yerine Haldun Üstüneli her zaman tercih ederim..

1 Eylül 2009 Salı

Milan 0-4 Inter : Rezalet!!


Maçtan önce beklentim tabii ki Inter galibiyeti yönündeydi, futbolun bazı gerçekleri vardır bunları inkar edemezsiniz. Ama ben Shevchenko döneminden beri İtalyada Milana sempati duymuşumdur, Juveyi de severdim mesela ama içten içe Milanı desteklerdim hep :D Bu maçta da diyordum bir umut, derbi maçı bu belli mi olur, belki Fenerin 85 dk defans yapıp Johnsonun bir daha hayatında atmadığı ve atamayacağı bir golle kazandığı derbi gibi bir şey olur. Ama Mourinhonun öğrencileri çıktı sahneye, ne derbi bıraktılar ortada ne de umut. Ben maçı izlemeye geldiğimde 3-0dı, Azeri kanalını açtım Inter top çeviriyor, bakın çocuklar gelmeyelim üstünüze rezil olmayın der gibi oyuncular. 5 dk sonra da Stankovicin mükemmel golü geldi zaten..
Milanın yok kadro yeterli, yok kriz var yok o yok bu diyerek kadroyu yeterince güçlendirmemesi bu sonuca yol açtı. Inter taraftarı sevinmemiştir bile bu sonuca, atıyorum Inter-Catania maçı olsa daha çekişmeli olurdu. Pato-Huntelaar hücum 2lisi dışında vasat bir takım Milan, kırmızıyla iyice çökmüşler ve fark..
Gailiani, Berlusconi, Leonardo diyebilirsiniz de, bu Milanın çöküşünde etkili olan bir isim daha var: Haldun Üstünel. Milan Rijkaardı alacağım dedi, Haldun abi gitti hop kaptı ellerinden. Kakayı sattım yerine Elanoyu alayım dedi, hop yine Haldun abi aldı adamı. Bir dahaki Türkiye ziyaretinde Berlusconi Tayyipten Haldun Üstüneli isterse bizzat şaşırmayın :D Yazıya resim yerine video koymak istedim, Stankovicin golünü herkes görsün diye. Bu adam zaten böyle bir adam malum, bi 10 dk falan sonra yine benzer bir şut attı o da gol oluyordu nerdeyse..

Levadia 1-1 Galatasaray


Galatasarayı bu sene takip eden herkes bu maçta rotasyon uygulanacağını tahmin etmiştir sanırım. Estonyaya giden kadronun da belli olmasıyla bu kesinlik kazanmıştı. Maç öncesi beklentim tek farklı galibiyetti, beraberlik de çok fark etmez. Maçı bir restoranda bir sürü Galatasaraylı 16-17 yaşında gençle izledim. Gördüğüm bir şey var, sanki 1i ya da 2si bu bloglara falan takılan tiplerdi. Futbol bilgisi diğerlerine oranla daha yüksek ve hatalarda direk küfretmeyen açıklamaya falan çalışan daha kültürlü futbol izleyicileri olarak dikkatimi çekti bu çocuklar. Neyse maçın üzerinden çok zaman geçti ama biz kısa kısa yorum yazalım:
- Elanoyu takıma ısındırma maçıydı bu, fena performans sergilemedi ama ilk yarı çok iyiyken 2. yarı oyundan düştü tam olarak halen hazır değil. (bunu not almışız aynı şeyi ankara yazısında da tekrarlayacağız :D)
- Serdar Eylik sol kanatta sırıtmadı ama, henüz takıma girilebilecek seviyede olmadığı ortada.
- Nonda form olarak üst düzey şu anda, geçen seneden daha güçlü olduğu kesin ve gol vuruşları da çok başarılı. Birçok blogda değinildi zaten, futbol aklı olarak üst düzey bir oyuncu Nonda ve iyi bir profesyonel; yedek olarak çok değerli bir oyuncu. Bugün Elanonun bir pasını yedi birini de attı :)
- Alpaslan'ı hazırlık maçlarından sonra beğenmiştim ve umutluydum, ama çok savruk ve Hakan Baltanın yedeği olacak seviyede dahi değil. Kiralık verilmesi ya da takasta kullanılması lazım. Volkanın da Eskişehire verilmesiyle Caner transferi kesin. (demiştik ve oldu :)
- Defansın ortası bu seneyi götürür de, Emre Aşık seneye artık iyice yaşlanmış olacak; ya altyapıdan Semih ve/veya Muratı çıkaracağız o seviyeye ya da transfer yapacağız.
- Emre Güngör sakatlıklardan beri bir sorun yaşıyor, her maçında dikkatimi çekiyor. Toplara çok kontrolsüz ve timing hatalı giriyor ve çok sert fauller yapıyor bu sebepten dolayı. Oynamaya oynamaya biraz dengesizleşmiş diyebiliriz, şu an için Gökhan Zan çok daha iyi.
Maçta dikkat çeken bir olay da Levadialı oyuncuların hırsıydı. Özellikle pivot santrfor oynayan oyuncuları ayrı bir hırslıydı sanki, sanırım onur mücadelesi amacıyla çıkmışlar ve iyi de oynadılar. Pclionun sık sık değindiği gibi turu geçtiğiniz sürece beraberlikle galibiyet arasında kayda değer bir fark yok, dolayısıyla bu maçı idman ve rotasyon maçı olarak görüp fazla ciddiye almamak gerekir. Her idman maçımız Netanya maçı gibi 6-0 bitecek değil ya; arada daha kötü oynadığımız da olacak tabii ki :)

Nerede Kalmıştık?


Ani bir seyahatle 5 gün internetten uzak bir yerde tatile gittik, blogu da yetim bıraktık. Takipçilerden özür dileriz, hızlı bir giriş yapacağız çünkü transfer döneminin sonu özellikle çok fazla gelişme olmasına yol açtı ve biz geride kaldık bu durumun takibinde. İlerleyen saatlerde beklemede olun, 2 gün içinde kapayacağız farkı :)

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Taraftarlık, Tribün

Yazmayı daha önceden planladığım bir yazıydı bu, son zamanlarda olan birkaç olay bu yazıyı erkene almama neden oldu. Türkiye'de taraftarlık ve tribün kültürü hakkında birkaç yorum yapacağız ve bu kavramların altını doldurmaya çalışacağız bu yazıda.
Önce taraftar ne demek ona bakalım. Türk Dil Kurumu "Sporcunun veya sporcuların temsil ettikleri renklere, kulübe veya bayrağa bağlı kimse" olarak tanımlamış taraftarı. Bizim yazımızın konusu maça giden taraftar olacak, o yüzden bu tanımı o kapsamda daraltalım. Taraftarın statta en önemli görevi takımı destekleyip motive etmektir. Zaten bunu yapmayan adama seyirci denir, taraftar denmez. Ben çok fazla maça giden bir insan değilim, ama maça gittiğimde bir şeye dikkat ederim hep: maçta yapılan tezahüratla maçın gidişatının paralel olmasına. Mesela top rakipte adamlar atak yapıyor sen haydi cimbom haydi cimbom haydi tam zamanı tam zamanı şimdi yaparsan çok mantıklı değil. Rakibi ıslıklamak bile daha mantıklı bu durumda. Bu konuda en ilginç bulduğum tribün Beşiktaş tribünü. Top rakipte hatta taca çıkmış Kartal gol gol gol :D
Tamam şimdi bunu geçersek, yapacağınız tezahürat nasıl olmalı? En saçma bulduğum olaylardan biri gene; extensorun bugünkü yazısında değindiği olay. Şöyle bir gelenek var, takım güzel oynuyorsa, fark da olmuşsa tribün şova başlar. Mesela Galatasaray tribünü art arda Nevizade Geceleri söyler, 3lü çeker, oyunculara tek tek tezahürat yapar v.s. Ama 2 hafta sonraki derbi için Beşiktaş'a küfretmenin anlamı ne? Tezahürat yaparken akıllı olmaktan bahsetmek lazım. Takımını gerçekten seviyorsan düşüneceksin o takımı. Kontrolü hormonlarına, duygularına bırakmayacaksın. Bu konuda en büyük görev tribündeki abilere düşer. Ya da eski tabirle amigolara. Tribün lideri dediğin sağduyulu olmalı, o yüzden Sefa denen adamdan hiç hazzetmem; Alpaslan abiye saygı duyarım. Bunun tuttuğum takımla alakası yok, bu kültür meselesidir. Sen orada küfürlü tezahürat yapıp bir nevi mastürbasyon yapacaksın diye takımın ceza alacak. Sen koltuğu söktün attın diye de yine. Ya da pet şişe attın ya da yumurta. Nasıl saçmalık bunlar ya..

İşte bakıyoruz Diyarbakırspor maçına. Diyarbakır sahada Fenerbahçeye kök söktürüyor, ama tekmeler havada uçuşuyor. Yazının bu ana kadar olan kısmında tribünün takımına olan sorumluluğundan söz ettik, takımının çıkarını korumalı, ceza almaya sebep olacak davranışta bulunmamalı dedik. Ama takımın da tribüne karşı sorumluluğu var. Takım da sinirine hakim olacak, taraftarı galeyana getirecek davranışlarda bulunmayacak. Kazım maçtan önce edep yerini göstermiş tribüne. Doğru mudur bilmiyorum. Ama işte bunu yaparsan gerilim olur tribünde. O tribündeki gerilim sahaya yansır. Oyuncular da gerilir. Bunun örneği 1 tane 2 tane değil. Nitekim Diyarbakırspor takım ve tribün olarak öyle başladı ki maça, sanırsınız Yunan ordusuyla kapışıyorlar. Sonra da olaylar oldu işte. Klasik spiker deyişiyle "sahalarda görmek istemediğimiz manzaralar".. Sahaya adam girdi ya.. Hangi ülkede var böyle saçmalık allah aşkına :) Şimdi diyeceksiniz Figoya domuz kafası attılar, adam sahaya girdi yüzüne tükürdü nerdeyse falan. Tamam da abi, Türkiye'deki kadar sık olmuyor ki. Bundan önceki hafta da Rambo girmişti sahaya. Ki Rambonun vukuatı bir değil 2 değil. Şimdi buradan stadyumlardaki güvenlik ve bu konuda gelecek yeniliklere (ki riskli yenilikler olcak bunlar Türkiye için, sonuçta tel örgünün kaldırılmasının üzerinden 10 yıl bile geçmedi bu ülkede) geçerdik ama yazıdan kopmaktayız. Holiganizm üzerinden devam edelim. Benim alt liglerde mücadele olurken tutacağım takımı seçerken göz önünde bulundurduğum en önemli kriter taraftardır. İsterse taş gibi takım olsun ben Ankarasporu görmek yerine Karşıyakayı tercih ederim bu ligde. Çünkü taraftar heyecandır, renktir. Diyarbakırsporun da lige gelmesi bu açıdan iyi olsa da bu taraftarla değil..

Ama aslında bir noktayı gözden kaçırıyoruz. Türkiyede futbolu 3 büyük kulüp yönlendirir diyoruz. Diğer kulüplere örnek olurlar diyoruz. Bu kulüplerin aralarında oynadıkları maçlara bakalım. Sami Yende biz Feneri döveriz Kadıköy'de onlar bizi (Kadıköyde olmaz falan demesin kimse de gülmeyelim :D). Yani abartıp demiyoruz ki 2 takım taraftarları karışık otursun dostça izlesin falan. Ezeli rekabet ebedi dostluk desek de bunun bir yere kadar mümkün olacağını biliyoruz, mücadelenin hırsın olduğu yerde insan sürülerine hakim olamazsınız. Ama her derbi maçta da savaş ortamı olmasın. İşte son derbide gördük bunun en açık örneğini. Sahada Sabri, Emre Belözoğlu, Lugano gibi adamların varlığı; bir önceki maçta olan olaylar; taraftarların maçtan önce yaşadıkları sonuçta Türk futbolu için rezalet bir kare ortaya çıkarmıştı. Bu yüzden, artık Türkiyede bir şeylerin değişmesi gerekiyor stadlarda. Burada sorumluluk yöneticilere, futbolculara, tribün liderlerine ve biz taraftarlara düşüyor. Bir de medyaya tabii ama o ayrı konu. Önümüzde bir fırsat var aslında. Hatta bir değil, birçok fırsat var. Geçen sezonki olayları, Diyarbakırdaki olayları, bütün holiganlıkları unutturmak; Türk futboluna yeni bir imaj kazandırmak için. İşte 5. haftada ilk derbi, sonrasında FB maçı var. Bu maçlarda herkes soğukkanlı bilinçli olsun, taraftar da sadece takımını desteklesin. Amin.

Evet mavi sarı yeşil hiç fark etmez aynı yolda yürüyoruz biz. Ama futbol şiddet değildir, holiganlık değildir, adam bıçaklamak hiç değildir. Futbol sadece futboldur, bu yüzden seviyoruz futbolu..

25 Ağustos 2009 Salı

Super Mario Jardel


Malum bugün Süper Kupayı alışımızın 9. yıldönümü, günün anlam ve önemine uygun bir portre yazısı yazayım dedim. O günkü maçta 2 gol atan Jardel maçın adamı olmuştu. Türk tarihinin o zamanki en pahalı transferiydi ve beklentimiz çoktu adamdan. Ben kişisel birkaç anıma dayanarak bu adamı anacağım.
O günlerde hatırlıyorum da gazetelerde Boksic ve Jardel isimleri geçiyordu. Alan Boksic adı nedeniyle tanıdığımız bir oyuncuydu, Jardeli de tanıyordum, ama nereden tanıdığımı tam hatırlamıyorum. Sanırım Bayern Münihle yaptıkları Şampiyonlar Ligi maçındaki son saniye golüyle tanımıştım. Hatta spiker Jardel işte son dakikada da olsa golünü atar çok büyük golcü falan demişti (Burada emin olmamama sebep olan nokta bir başka anımda bu maçın Jardel bizden gittikten sonra gibi yer etmiş olması.. Şimdi bakıp öğrenebilirim ama öğrenmek de istemiyorum aslında :) Neyse birkaç gün sonra Jardel transferi duyruldu. Ben çok mutluyum falan o adam bizde diyorum. Hatta okulda o sene arkadaşlara diyorum benim lakabım Super Mario Jardel olsun, çünkü fazla koşamıyorum o dönem astımdan dolayı falan korkudan terleyip hasta olurum diye, genelde Jardel gibi ilerde durup pozisyon bekliyorum. Neyse geçersek bunları, lig başladı; Erzurumspor maçı. Bizde yemekte misafir var, sanırım o zamanlar Star Digital yayınlıyordu maçları. İçerde maç açık biz diğer odada yiyoruz. Gol oldukça sesi duyup gidip bakıyorum ben nasıl gol kim atmış falan diye. İlk Hagi attı. Sonra Jardel. Sonra gene Jardel. Sonra gene Jardel. Sonra gene Jardel. Sonra gene Jardel. Adam 5 gol atmıştı ilk maçında ya, düşünebiliyor musunzu nasıl sevindiğimi :D Son golü de Hagi attı, zaten o sene bir 10 hafta boyunca takımın bütün gollerini ikisi atmıştı, Hagi&Jardel AŞ falan diye başlıklar çıkıyordu gazetelerde.
Neyse her şey iyi giderken bir anda sorunlar olmaya başladı. İlk devreyi 15 gol civarı bir şeyle kapatan Jardel oynatılmamaya başladı. Gazetelerde eleştiriliyordu, koşmuyor mücadele etmiyor golü de bir zahmet atsın deniliyordu. O günlerde anlamamıştım, şaşırıyor ve üzülüyordum. Sonradan anladık takım içindeki çekişmelerin kurbanı olduğunu. Özel hayatı da bozulunca bu arada kendini toparlayamadı. Zaten her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler, yanlış kadını seçersen ne kadar iyi olursan ol başarılı olamazsın, performansın düşer ben bunu gördüm. Güiza da yaşadı aynı durumu mesela, bir oyuncunun konsantrasyonunun düşmesinde temel etkenlerden biridir bu kız işleri. Neyse, sezonunun başında yeni kralımız olan adam sene sonunda istenmeyen adama dönüşmüştü. Kendisinin de yaşadıklarından sonra kalma isteği yoktu zaten, sevgilisi de sanıyorum istemiyordu Türkiyeyi ve Sportinge döndü, Horvath, Mpenza, adını hatırlamadığım bir adam ve 5 milyon dolar karşılığında satmıştık bir önceki sene 15 milyon dolar civarı bir paraya aldığımız adamı. Aldığımız oyunculardan adını hatırlamadığım (S harfiyle başlıyordu sanırım adı hatırlayanlar yardımcı olur edit: Spehar olacak isim teşekkürler Seyyid Ali) ve Mpenza hiç oynamadan (ya da Mpenza bir maç oynamıştı sanırım), Horvath da 10 maç falan oynadıktan sonra ayrıldı. Yani ekonomik anlamdan çok büyük zarar ettik bu transferden. Ama yine de ben Jardeli takımımda görmüş olmaktan memnun olmuşumdur her zaman için. Her şekilde gol atardı adam, modern futbola inat koşmadan pres yapmadan senede 25-30 golünü atardı.
Bizden gittikten sonra Sportingde son bir çıkış daha yaptıktan sonra tamamen kayboldu ve sonra kokaine falan da bulaştı sanırım. Yeteneğini tam olarak kullanamadan kaybolup gitti. Ona rağmen gol olarak bütün rekorları altüst etmiş bir adamdır, hala baktığınızda en tepede görürsünüz o Sportingdeki performansıyla adını. Bizim bu yazıya başlama sebebimiz olan maça dönelim şimdi, ilk resmi maçıydı Jardelin Galatasaray formasıyla. İlk gol penaltıydı (bu arada o penaltı olayıyla ilgili de, Jardelin penaltılarda heyecanlandığı ve heyecanlanmamak için gözlerini kapadığı; birçok penaltıyı da bu yüzden kaçırdığı gibi birşeyler okumuştum bir yerlerde). Altın gol uygulaması vardı o dönemler, atan alıyordu uzatmalarda. Fatih Akyel sağdan getirdi, içeri yerden orta yaptı Jardele. Jardel de gelişine vuruşu çaktı, top Casillasın uzanamayacağı yerden gol oldu. O an nasıl sevinmiştim :)
Ben en son boşta diye duymuştum Jardeli, tahminen bir Brezilya takımında oynuyordur ya da bırakmıştır futbolu. Süper kupanın anısıyla saygıyla anıyoruz seni Jardel..

Goalllll #3- Lucas Licht

Arjantin Ligini takip eder miyim? Hayır. Ama futbolu seviyorum. Ve bu golü de futbolu seven herkes izlemeli..

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Joga Bonito #2- Elano-Arda



Dün geceden. Anlayana.. :)

Yazık lan



Şu sıralar Gürcan Bilgiç dostumuzun ruh hali ilginç dalgalanmalar yaşıyor olmalı.
Gürcan “Keita düşüşte, Deivid’den iyi değil, Elano da öyle, daha görmedik” gibi bir yazı yazdı.
Daha oynamamış adamlarla ilgili böyle bir değerlendirme nasıl yaptı bilemiyorum?
Levent Tüzemen de Keita’nın Levadia resitalinin ardından dostu, kardeşi Gürcan’a “Keita’nın selamı var, yanaklarından öpüyor” gibilerden dokundurdu.
Gürcan “Aşkolsun Levent Ağbi” dedi ve görüşünün arkasında olduğunu belirtti.
Dün akşam da Elano önüne düşen topa öyle bir vurdu ki...
Sevgili Gürcan, alınmaca yok; sen vazgeç bu sevdadan.
Yoksa bunlar çok utandıracağa benziyor seni.
Öperim kardeşim

Kanat Atkaya

Artık adam kendi meslektaşlarının bile alay konusu olmaya başladı. Ama sen öyle yavşak yavşak sırıtıp ileri geri konuşursan, bizim de bu kadarını yapmaya hakkımız var değil mi? Aşkolsunmuş, ne acıyacaklar sana lan?

23 Ağustos 2009 Pazar

Galatasaray 4-1 Kayseri: Meyveleri Toplamak


Maça gitme planlarım yol sebebiyle alt üst olunca maçı evden izledim. Eve girdiğim dakika ilk golü bulduğumuz dakikaydı, dolayısıyla maçın bu dakikadan öncesini izlemedim. Girer girmez Barosun tartışmalı golünü gördüm, tartışmaları bir plana bırakırsak golün gelişimini inceleyelim. Yine duran top, topun başında geçen senelerden tanıdık bir isim: Sabri Sarıoğlu. Mükemmel falsolanan bir orta, Ardanın volesi ve Barosun kaleciden önce ayak koyması. Duran top organizasyonundan gelmesinden çok, golün Sabri Sarıoğlunun ortasından gelmesine dikkat çekmek istedim. Sabri'ye hiçbir zaman art niyetle ya da at gözlüğüyle yaklaşan bir adam olmadım, bugün Sezarın hakkını Sezara vermek gerektiğini düşünüyorum. Sabri özellikle ilk yarıda çok faydalı, çok dikine ve (bunu söylediğime inanamıyorum ama) çok akılcı bir futbol oynadı bana göre. Sisteme uyum sağlamış gözüktü bana ve defansta da kritik müdahale yaptı 2 pozisyonda. Bu açıdan Sabriyi kutlayarak başlamak istemedim yazıma.
Takımın pas yüzdesi ve topla oynama oranı istatistiklerine dikkat çekmek lazım. Elimde rakam yok ama topla oynama oranının %70 civarlarında olabileceği düşüncesindeyim. 4-3-3ü ve total futbolu anlatan yazımıza gönderme yapalım. Orada orta sahanın defansla ve hücumla köprüyü oluşturan pas trafiğinin merkezi olma sebebiyle sistemin temelini oluşturduğunu yazmış ve Xavi Iniesta ikilisinin ve arkalarındaki Tourenin görevine değinmiştik. Galatasarayda tam olarak aynı format yok şimdilik, buna da Arda Turan üzerinden bir alternatif olarak değinmiştik aynı yazıda. Bu düzene Elanonun monte olmasıyla değişiklikler olacaktır, ancak şimdilik o bölgede oynayan Mustafa-Ayhan-Arda pas trafiğini oturtmaya başlamış gibiler. Yine de kritik top kayıpları olabiliyor o bölgelerde, Denizli maçında da Antep maçında da böyle goller yemiştik, bu maçta da gördük ama olacak o kadar şimdilik. Bir başka dikkat çekmek istediğim nokta da oyuncuların koştuğu mesafe. Topu akıllı kullanan oyuncularımız geçen senenin 2. yarısında ve geçtiğimiz senelerdeki gibi çok koşmak yerine, geçen sene ilk yarıda Skibbeli akıl futbolu dönemindeki gibi topu koşturma fikri ön plana çıktı. Bu söylem yanlış anlaşılmasın, Galatasarayın fizik gücü geçen sene gibi 2. yarıda düşmüyor, zaten gördük ne kadar ciddi çalıştığını Galatasaraylı oyuncuların hazırlık kamplarında.
Son maçların şanssız ismi Baros 2 golle moral buldu diyebiliriz. Çok sevindim bu gollere çünkü kaçırdığı gollerde beceriksizlikten çok şanssızlık faktörü ön plana çıkmaya başlamıştı, bu şans denen meret çok bela açabiliyor golcülerin başına. Gerçi Baros çingene ırkından olduğundan bu sorunları yaşamaz diyorduk zaten :) O pozisyonlar dışında da Baros yararlıydı maç içerisinde, rakip defansı çok yıpratan bir oyuncu ve sahadaki varlığı bile tehdit oluşturuyor. Onun dışında tek tek yorum yapacak olursak, sene başında iyi bir transfer olarak değerlendirdiğimiz Gökhan her geçen gün takıma adapte oluyor bunu görüyoruz, ancak bugün Makukulanın inanılmaz fiziği bizim 2 stoperimize bile üstünlük kurdu zaman zaman. Makukula da maçta imzası olan adamlardan biriydi, 2 golüyle(!). Arda'nın performansını da beğendim ama Rijkaardın rotasyonundan o da nasibini almalı artık yoruldu :) Aydın oyun içinde sürekli yok, anlık parıldamalarla kendisini gösteriyor, çok kötü bir performansı yoktu bana göre idare ederdi. Keita da oyunda kaldığı süre içerisinde yine hırsıyla ve driplingiyle coşturdu taraftarımızı.
Ve son söz Elano Blumer için. Girdi 45 dk oynadı, mest etti bizi. Geldiğinde türlü türlü iftiralar atanlar, özel hayatından girip asparagas haberlerle futbolculuğuna çakmaya çalışanlar, Nazmi Abinin tabiriyle bütün sülükler bugün derslerini aldılar. Attığı gol zaten jenerik, onun dışında Arda'yla paslaşmaları da inanılmazdı. Kayserili oyuncular maçın sonlarında sinirlerine hakim olamayıp bizimkilere sert girmeye başladı falan hoş değil. Elanoya da acil bir şarkı bulmak lazım :) Son söz Elano dedik ama, futbolcular olarak dedik onu. Son söz Rijkaard ve Neeskense, ve Rocaya ve diğer tüm teknik ekibe. Bu takım sizin eseriniz, teşekkürler :) Meyveleri toplamaya yavaş yavaş başladık, inşallah devamı gelecek..

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Uefa Avrupa Ligi Genel İzlenimler

2 gündür bir sürü aksilikten dolayı bloga yazı yazma fırsatı bulamadım, dolayısıyla maçların üstüne yorum yapamadım. D-smart belası yüzünden maçları doğru dürüst izleyemedim temsilcilerimizin maçlarını, ancak her maç hakkında az çok bir şeyler öğrenebildim geçen zaman zarfında.

Öncelikle Showdan izleme fırsatı bulduğum Sivas maçıyla başlayayım. Maç başladı, daha dizilişleri oyunu adam gibi anlama fırsatı bulamadan golü buldu Shakthar. Yani hiç sevmem ama Bülent Uygun'da da bir şanssızlık var bu sene, mübarek Ramazan ayında lailaheillallahla takımı hazırlayan hoca bu kadar şanssız olmamalı. Neyse oyunun ilerleyen bölümünde 2. gole kadar çok da fena oynamadı Sivasspor. Sivasta bu sene en çok dikkatimi çeken oyuncu Cihan Yılmaz şu ana kadar. Türkiyede çok bulunmayan tipte bir oyuncu olduğunu düşünüyorum Cihanın, mesela Trabzon kadrosuna iyi gidermiş şu anda. Neyse 2. gol de geldikten sonra oyun iyice koptu ve 3-0 mağlubiyet geldi. Sivassporun en büyük şanssızlığı bence Mehmet Yıldızın yokluğu, Ersen'le bu iş olmuyordu, İbrahim daha etkili olsa da ancak rotasyon elemanı olur o da. 3-0 lık skorla Sivasın şansı kalmadı sonuç olarak, zaten yoktu bana göre. Ülke puanı açısından üzüldüm ama Lucescu faktörü ve Sivasın antipatikliğinden dolayı çok da üzülmedim diyebilirim. Foroğraftaki pankart da ilginç ve biraz da açıklayıcı, Türk halkının bir kısmının kendine has düşünce tarzını açıkça ortaya seriyor. Benim dalga geçeceğim bir resmi Bülent Uygunu desteklemek için kullanıyorlar, milliyetçilik ve futbolda mafya gibi olmayı bir duruş sayıyorlar.. Ne diyeyim..

2. olarak Trabzon maçına dönelim. Trabzonla ilgili orta saha forvet kopukluğundan bahsediliyor hep. Kağıt üzerinde Selçuk da Colman da 2 yönlü ideal orta saha oyuncuları ama 2si de oyun içinde sürekliliği olan oyuncular değil, Tjikuzunun üstüne çok yük biniyor bu sebepten dolayı ve takımın pas yapması zorlaşıyor. Kanatta Engin tercihini anlayamıyorum ben, Alanzinhonun hem teknik hem de mental olarak daha üstün bir oyuncu olduğu görüşündeyim, Enginin maçtaki mükemmel asistine rağmen söylüyorum bunu. Maçta Serkanın sağda olması takımın orta sahasına dinamizm katmış ancak hücum gücü de kısıtlanmış doğal olarak. Umutun da Trabzon için yeterli bir forvet oyuncusu olmaması ilk yarıda Trabzonun üstün performansına rağmen ilk golü Gignacla bulmuş Toulouse ve ancak berabere bitmiş ilk yarı. 2. yarı Trabzon oyundan düşünce (fizik güç olarak çok sağlam bir takım değiller zaten) yine Gignac kalitesiyle golü atmış ve maçı kazandırmış bir bakıma. Maçtan bağımsız olarak Trabzon taraftarına da değinmek lazım, hem yarar hem zarar bir şehir taraftarı var Trabzonda. Neyse buna ayrı bir yazıyla değiniriz. Sezon öncesi beğendiğim Hugo Broosu bu son başarısız sonuçlarından dolayı suçlamak yanlış, sadece oyuncu değişikliklerini beğenmiyorum. Sonuçta Trabzonun da şansı çok azaldı, bir sürpriz yapma olasılıkları yok değil ama zor. Bahsettiğimiz taraftar baskısının olmaması onlar için pozitif bir etken ama yine de sanmıyorum.

3. ve son olarak Fenerbahçe Sion maçına değinecek olursak (Galatasaray maçına ayrı bir yazı yazmak umudundayım gecenin ilerleyen saatlerinde ya da yarın), Fenerbahçe klasik Daum takımı niteliğinde oynuyor. Eskiden 4-4-1-1 oynayan takım şimdi biraz 4-2-3-1 hüviyetinde, tek fark olarak bunu söyleyebiliriz. Maçla ilgili Fenerbahçeli arkadaşların çoğu Güizadan şikayet ediyorlar, gerçekten bayağı pozisyon kaçırmış ama Güizanın her şeye rağmen kötü bir forvet olmadığını düşünüyorum; alan boşaltma ve pozisyona girme yeteneği üst düzey. Andre Santosun golündeki asisti de şık. Andre Santos ilk geldiğinde de aynı görüşteyim, Fenerbahçenin son senelerdeki en iyi transferlerinden biri olacak. Fenerbahçenin bu taktiği de onun oyun stiline uygun, hem tekniğini hem de top sürme becerisini gösterecek fırsatları bol bol buluyor. Neyse Güiza diyorduk kopmayalım, Semih oynamalı görüşünde birçok Fenerbahçeli. Semihin de üst düzey bir forvet olduğu görüşündeyim, ama Güizayla stilleri farklı. Semih daha son vuruşçu daha pivot özellikleri olan bir futbolcu. Onu da farklı şekilde kullanacaktır Daum, mesela deplasmanda Anadolu takımlarıyla oynarken kilidi açacak golcü olarak değerlendirilebilir. Semihin en büyük dezavantajı Nöbetçi Golcü Genç Semih sendromu, Fenerbahçenin kendi gençlerine sahip çıkıp oynatmama hatta Anadooludaki potansiyelli gençleri de alıp söndürme stratejisinin kurbanlarından biri o da. Neyse yazının genel şeyinden kopmaya başladım, çünkü konu futbol olunca tartışılacak konu bitmez, laf lafı açar :)
Fenerbahçenin galibiyeti de turu garantilemesi olarak değerlendirilebilir. İncelediğimiz 3 maçta ülke puanı açısından olumlu ya da olumsuz bir sürpriz olmadı, seri başı olan takımlar turu geçerken seri başı olmayan takımlarımız elenecek görünüşü var. Pclionun yazısında belirttiği gibi artık bizim 4. bir takıma ihtiyacımız var Avrupada. Ne yazık ki bu sene olmayacak bu, ama Anadolu takımı yazımızda anlattığımız gibi artık baş altı takımların Avrupa düzeyine çıkması gerekiyor..
Not: D-smart olayına da değinmek istiyorum ama çok da uzatmak istemiyorum yazıyı, başka bir yazıda değiniriz o işkenceye. Ayrıca imla hataları için özür dilerim, yazıyı kendi bilgisayarımda yazmıyorum ve imlaya çok dikkat etme fırsatı bulamadım ne yazık ki..